top of page

2024-Ekim’de İzlediklerim (7 Film)

  • Writer: Sarnav
    Sarnav
  • Oct 27, 2024
  • 8 min read

Geçen ay başladığım film yorumlama ve değerlendirmelerime bu ay da devam etme şansını yakalayabildim. Bu amaçla olsa gerek film izlemeye daha fazla zaman da ayırmış bulundum. Çünkü Ekim boyunca 7 film izleyerek uzun zamandır izlemediğim kadar ekran karşısına geçtim diyebilirim.


Normalde herhangi bir konuda bildiklerime ya da deneyimlediklerime sadık kalan biri olduğumdan tekrara düşerim. Bunu psikolojik bağlamda güvenli yol olarak kabul etmemden olsa gerek. Fakat istisnalara yer vermeye çalıştım ve 4 adet daha önce hiç izlemediğim filmi de izleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum.


İzlemelerini artırdığım için de uzun zaman önce kaydolup bir daha yüzüne hiç bakmadığım IMDb hesabıma giriş yaptım ve oylama yapmaya başladım. Hatırlatma gerekirse puanlamaların hiçbirini umursamıyorum ama sadece dönüp baktığımda kaç puan verdiğimi hatırlamak için bir not niteliğinde oyluyorum.


Önceki yazımı okuyanlar hatırlayacaktır, bana kalırsa en iyi filmler 6 ve 8.5 aralığında olanlardır.


ree

Photo by Melanie Stander on Unsplash


Ekim Sineması

1. Vanilla Sky (Sıradan Gökyüzü)

Uzun zamandır izlemek istediğim filmlerin başında geliyordu. Arkadaşımın aylar önce tavsiye edişi ve konuşmalarımızın istemsizce bu filme sürüklenişi sonrasında Ekim’de yer vermek istediğim ilk film oldu.


Aslında İspanyol sinemasının ’97 yapımı olan Abre Los Ojos (Gözlerini Aç) filminin 2001 yılı Amerikan versiyonu. Kaldı ki eser bizleri bu sözlerin tekrarlanmasıyla karşılıyor.


Başrolünde Tom Cruise, yardımcı rollerde ise Cameron Diaz ve Penelope Cruz var. Fantezi, gizem, bilim kurgu ve gerilim türünde bir yapım.


Araya hızlıca sıkıştırmam gerek, evet Penelope Cruz güzel kadın ama Tom Cruise müthiş karizmatik. Hatta filmdeki görünür kusurlarına rağmen.


ree

“Vanilla Sky” Movie Poster — Image Source


Bu filmin bana tavsiye edilmesinin nedeni aslında en sevdiğim filmler arasında gelen The Thirteenth Floor (13. Kat) filmi üstündeki bir sohbet idi. Çünkü Vanilla Sky da simülasyon konusunu işliyor. Bizler de izleyiciler olarak, baş karakterimiz üzerinden buna tanıklık ediyoruz. Neyin doğru ve neyin sahte olduğunu anlamaya, var olan gidişatta nelerin yanlış ve yanıltıcı bir hal aldığını bulmaya çalışıyoruz.


Filmin IMDb puanı 6.9 iken benim için de 7–7.5 arası olduğunu söyleyebilirim.


15+ olarak belirlenmiş film neredeyse 2.5 saat süren, aksiyon içermeyen ancak merakı diri tutan bir anlatı sunuyor. Sıkılacağınızı hiç zannetmiyorum ancak izleyip de ismi gibi sıradan bulmuş olanlarınız varsa şaşırtıcı olmazdı.


Son bir bilgi: Tom Cruise’un Times Meydanı’nda koşturduğu bir sahne var filmin başında. Sahneye göre burasının bomboş olması gerekiyormuş ve tamı tamına 30 saniyelik sahne için paraya kıyıp 1 milyon dolar vermişler ve gerçekten de bunu gerçekleştirmişler. Şu bağlantıdan ve kaynağı olan şu bağlantıdan detaylı okuma yapabilirsiniz.


Yapıldığı yılı ele aldığımızda, yönetmen Cameron Crowe filmde yer alan Dünya Ticaret Merkezi kuleleri ile ilgili fotoğrafları 11 Eylül saldırılarından sonra bir övgü niteliği oluştursun diye kasıtlı olarak bırakmış. Bana kalırsa bu dokunuş bile filmin anlatısına başlı başlına bir etki yapıyor.


2. Knowing (Kehanet)

Yıllar yıllar evvel izleyip tekrar karşılaştığım bir Nicholas Cage filmi. İlk filme benzer olarak bilim kurgu, gizem ve gerilim temalarını barındırıyor. Ancak esas anlatı dünyanın sonunun gelişine olan vurguda.


Geçmişten bırakılan sayılar, yaşanan kötü olaylar ve bunların ortasında kalan ailenin bunlara tanıklık edişi.


ree

“Knowing” Movie Poster — Image Source


Bir okulun etkinlik olarak düzenlediği ve geleceğe bıraktıkları zaman kapsülü içinde yer alan mesajlar, 50 sene sonra baş karakterimizin oğlunun eline geçer. Bu, bir sayfa dolusu rastgele görünümlü sayılardan ibarettir ve hiçbir anlam ifade etmemektedir.


Ancak bir bilim adamı olan karakterimiz bunların sırrını çözdüğünü düşünür. Sayılar türlü kehanetlere vurgu yapmaktadır ve geçmişten günümüze değin uzanır. Ortada bir problem vardır: günümüzde ve sonrasında yaşanacak olaylara nasıl müdahale edilebilir?


Sürpriz sonuyla beraber güçlü bir vurgusu olduğuna ve özellikle bilim kurgu severlere ilham verici etkiler sunabileceğine inanıyorum. 13+ olarak belirtilen film aileyle izlenebilir.


2009 yapımı olan filmin IMDb puanı 6.2, benim puanım da 6.5–7 aralığında diyebilirim.


3. K-PAX

Bu film çok şaşırtıcıydı. Daha önce ismini hiç duymamıştım. Rastgele olarak önüme düşünce adını not aldıysam da unutmuştum. IMDb hesabımda izlediğim filmleri kaydederken tavsiye olarak düşüverdi. Bunun bir işaret olduğunu düşünerek izlemeye koyuldum.


Kevin Spacey ve Jeff Bridges var başrollerde. Özellikle Spacey’nin harika bir oyunculuğu olduğunu söylemek gerek.


2001 yapımı bilim kurgu, gerilim ve drama temalarının işlendiği film bir akıl hastanesini ve onun akıllara durgunluk veren en yeni katılımcısını ele alıyor.


Bir gün çıkagelen Prot (Kevin Spacey) kimliksiz biri olduğundan güvenlik birimleri tarafından tutuklanıyor. Tamamı ile sakin görünüşü ve verdiği akıl dolu cevaplar ile deli olduğu düşünülüyor ve Dr. Mark Powell’ın (Jeff Bridges) hastalarından biri oluyor.


ree

“K-PAX” Movie Poster — Image Source


İlk görüşmelerinde etkilenen doktor onunla özel olarak ilgilenmek ve sorununun ne olduğunu çözmek için kendinden ödün bile veriyor. Kendisinin K-Pax gezegenininden geldiğini söyleyen Prot ise doktora yardımcı olurken diğer hastalarla olan iletişimini ve arkadaşlığını da yavaşça ilerletiyor. Hem kliniğe hem de doktorun hayatına derinden dokunuyor.


Soru şu: bu adam gerçekten de bahsettiği gibi farklı bir gezegenden mi geliyor? Cevabı ise film boyunca veremiyoruz ki en güzel yanı da bu. Sürekli olarak ikilem içinde kaldığımız bu yapım, merak üstüne merak bindiriyor ve tahminlerimizi sürekli olarak boşa çıkarıyor.


IMDb puanı 7.4 olan film için ben de 7.5–8 puanı rahatlıkla verebilirim. Bence bazı kısa şiddet sahneleri dışında çocuklu bir ailenin oturup izleyebileceği bir film. Zira eser de PG-13 etiketini barındırıyor. Yani bazı elementler hafif ama kötü etki yaratabilir düzeyde demek bu.


4. War of the Worlds (Dünyalar Savaşı)

Başrolünde Tom Cruise’un olduğu bir diğer filme geldi sıra. Aslında filmi izlememin en büyük sebebi elbette yazarı olan Herbert George Wells. Eserleri tanınan ve sinemaya, dizilere, tiyatrolara ve radyo programlarına konu olan Wells’in en bilinen romanlarından biri olan Dünyalar Savaşı da elbette birçok kez beyaz perdeye uyarlanmış aslında.


2 saatlik bu 2005 yapımı ise muhtemelen başroldeki isimden dolayı daha çok bilinir durumda. Bunun yanı sıra Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) filminden tanıdığımız Tim Robbins ve Tom Cruise’un kızını canlandıran Dakota Fanning de filmde rol alıyor.


Kitabı okuyanlar şu anda şaşırdılar. “Bir dakika! Ne demek kızı?” diyenler olmuştur belki de. Evet, Steven Spielberg imzalı bu eser farklı bir şekle bürünmüş durumda.


Romanı bilmeyenler için bu kitap, ana karakterimizin adeta bir anısı gibi anlattıklarını içeriyor ve kendisinden başka kimseyle birlikte hareket etmiyor. Bir çocuğu yok ve eşinden de ayrı düşmüş durumda. Hatta karşılaştığı iki (özellikle metaforik açıdan) önemli figür dışında kimseyle görüşmesi olmuyor tüm bu süreç boyunca. Onlardan birini de zaten Tim Robbins canlandırıyor.


ree

“War of the Worlds” Movie Poster — Image Source


Filmi bitirdikten sonra üstünde çok düşündüm, normalde eserlerin direkt olarak aktarılmasını tercih edenlerdenim. Ancak yönetmenlerin ve senaristlerin dokunuşlarının nelere etki edebileceğini ve kitabın mevcudiyetinden ayrılan o görsel ve işitsel anlamdaki iyileştirmelerini merak ediyorum. Bu yüzden aslında doğru hamleler bunu benimsememize neden olabiliyor.


Bu filmde maalesef bunu göremedim. Filmin kötü olduğunu söylemiyorum ama karşılaştırma yapabileceğimiz diğer yapımlar ve referans alabileceğimiz esas kaynak olunca, bu türden değerlendirmeler daha keskin ve belirgin olabiliyorlar. Bundan ötürü son sahne de bitip ekran kararınca ağzımda buruk bir tat bırakmaktan öteye geçemedi.


“Wells’e hakaret bu film!” gibi bir serzenişim yok ve detaylı bir eleştiri yapmayı da sürpriz bozan (spoiler) etki bırakmamak adına yapmıyorum elbette ama büyük bir beklenti içinde izlenilmediği takdirde, amiyane tabiriyle “çerez” diyebileceğimiz türden bir eser. Belki de Spielberg ve Cruise olunca insan daha bir beklentiye giriyor da olabilir.


Bilim kurgu, aksiyon, uzaylı istilası tür ve konularını barındıran filmin IMDb puanı 6.5 iken benim puanım düz bir 6 oldu.


Yaş aralığı olarak 16+ olan filmin yarısından çoğunda ise bir çocuk oynamakta. Bu da ayrı bir sohbet konusu. Psikolojik etkilerin ve gerilim içeren sahnelerin yer almasına nazaran 16+ olmasını pek anlayamadım. Belki de benim dar görüşlülüğüm olabilir ama Titanic bile 13+ olarak yer alıyor.


5. I, Robot (Ben, Robot)

Önceki deneyimimden sonra edebiyat-sinema algısını yerine koymam gerektiğini düşündüğümden olsa gerek seçimimi bu filmden yana kullandım. 2004 yapımı eseri ilk çıktığı dönemde izlediğimi hayal meyal hatırlıyorum, bir kez de televizyonda izlemiştim. Muhtemelen rahat bir 10–15 sene olmuştur. Neden olmasın dedim ve bilim kurgu trenine bir kez daha atladım.


“Ben, Robot”, Isaac Asimov’un romanlarından birinin ismi. Aslında benzer türde olan ve robot elementini içeren kısa hikayelerin derlemesinden oluşuyor ve ta 1950 yılında basılmış.


Bu derlemede değindiği ve öykülerinde esas aldığı, kendince oluşturduğu ancak bu konuda başı çektiği için sonrasında gelen tüm yazarların da kural kabul ettiği 3 adet maddesi var. Bunlara 3 Robot Yasası denilmekte.


Buna göre:


  • Bir robot, bir insana zarar veremez ya da zarar görmesine seyirci kalamaz.

  • Bir robot, birinci yasayla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.

  • Bir robot, birinci ve ikinci yasayla çelişmediği sürece kendi varlığını korumakla yükümlüdür.


ree

“I, Robot” Movie Poster — Image Source


Dönemin en popüler aktörü olan Will Smith’in başrolde olduğu filmin teması sadece robotları değil aynı zamanda yapay zekaya da katkıda bulunuyor. Öyle ki filme etki eden robotun (Sonny) yapay ve geliştirilmiş zekası bulunmakta.


Anlatısı 2035'de geçen ve distopik bir dünyaya sahne olan eserde robotların gündelik yaşamımızın bir parçası oluşuna, yapay zekanın olası olumsuz etkisine değinilmiş durumda. Asimov bunları on yıllar önce henüz tam gelişmemişken ele almış ve çeşitli hikayeler yazmış. Öngörülü ve fütüristik bir kafa yapısı olduğunu buradan da anlayabiliyoruz.


1959 yılında Türk Ordinaryus Profesör Doktor Cahit Arf’ın ele aldığı “Makineler Düşünebilir Mi Ve Nasıl Düşünebilir?” adlı makalesini okumak için ise bu bağlantıyı kullanabilirsiniz.


Filme dönecek olursak, ilgi çekici bir alıntı olarak şunu paylaşmak istiyorum:


Dedektif Del Spooner (Will Smith): İnsanların rüyaları vardır. Köpeklerin bile rüyaları vardır ama senin yok, sen sadece bir makinesin. Hayatın sadece bir taklidinden ibaretsin. Bir robot senfoni yazabilir mi? Bir robot, tuvali güzel bir şahesere dönüştürebilir mi? Sonny: Sen yapabilir misin?

IMDb puanı 7.1 olan film için benim puanım 7.5–8 aralığında diyebilirim. Seneler sonra yine olumlu bir izlenim bırakan, asla eskimeyeceğini düşündüğüm, güncel anlamda hala damga vuran ve gelecekte de bolca atfın yapılacağını tahmin etmekte güçlük çekmediğim bir eser.


6. Idiocracy (Ahmaklar)

Son iki film seçimimi de belgesel niteliğinde yapımlardan oluşuyor ve ikisini de bir anlık seçimlerle izlemeye başladım. Idiocracy seneler evvel izlediğim ve bu ay tekrar izlediğimde daha çok üzüldüğüm bir yapım oldu.


Tür olarak bilim kurgu gibi görünse de aslında distopik, eleştirel bir kara mizah filmi. Dönemini yansıtmasının yanı sıra gelecek tahmini yapmışçasına çekilmesi ve tahminlerin günümüzde benzer şekillerde yaşanıyor olmasından ötürü bir belgesel olduğunu vurguluyorum.


Baştan belirtmekte fayda var, dünyada olan biten tüm saçmalıkları ele alan ve alttan alttan eleştiren bir yapım olduğundan ötürü ebeveyn kılavuzunda (parents guide“R” yani “dil ve cinsellikle ilgili mizah” olarak belirlenmiş. Gençler ve yetişkinler için daha ideal yani.


ree

“Idiocracy” Movie Poster — Image Source


2006 yapımı film 2005 yılında geçiyor. Ana karakterimiz ve ona eşlik etmesi için seçilen bir hayat kadını, çok gizli bir askeri projenin sonucunda sonraki yıla kadar dondurulacaklardır. Bu iki kişinin seçilmesinin nedeni, hayatının her alanında tamamı ile ortalama bir insan olmalarıdır. Tek kriter budur.


Aksi gelişen olaylar sonucunda karakterlerimiz 2006'da değil, 500 sene sonrasında yani 2505'te uyanırlar. Uyandıkları yeni dünya ise berbat haldedir, herkes geri zekalıdır ve hiçbir şey mantıklı değildir. Öyle ki ana karakterimiz bir şekilde tutuklanır, kimlik verilir ve zeka testine sokulur.


Test sonucu ülkenin en akıllı insanı olduğu anlaşılır ve direkt olarak Amerika başkanının sağ kolu olarak atanır. Kendini bilinmezliğin ve saçmalığın içinde bulan karakterlerimiz bir şekilde buradan çıkış yolunu yani geçmişe dönmenin yolunu ararlar. Nitekim bu o kadar kolay olmayacaktır.


IMDb puanı 6.5 olsa da 7 puan verdiğim bir film. İnsanların böyle az puan vermesinin nedeni benzer garipliklerin gerçeklikle iyice kaynaşmış olması ve haliyle ilginç gelmemesidir belki de.


7. Das Experiment (Deney)

Ayın kapanışını psikolojik gerilim ve drama temalarının hakkını veren bir film ile yapıyoruz. Stanford Üniversitesi’nin 1971 yılında gerçekleştirdiği bir deneyi izliyoruz bu Alman yapımı eserde.


Aslında deney ile birlikte ölçülmek istenen, insan davranışlarının roller ile birlikteki değişikliği. Bu vadede verilen ilana cevap veren gönüllüler belli bir ödeme karşılığında role giriyorlar. Deney sorumluları, gönüllülerin geçmişleri, davranışları, sorulara verdikleri cevapları, gelecek hayalleri ve şu andaki işleri gibi fark yaratacak bilgileri edinip onları iki gruba ayırıyor: Mahkumlar ve gardiyanlar.


ree

“Das Experiment” Movie Poster — Image Source


Görevliler, belirli kuralları, kaç gün kalacaklarını, sürecin nasıl işleyeceğini söylüyor ve şiddete asla izin vermiyorlar. Bunun dışında hiçbir şekilde karışmıyorlar ve gidişatı izlemek, belgelemekle uğraşıyorlar.


Nitekim, işler normalin dışına taşıyor ve insanın içindeki ilkel yan ortaya çıkıyor. Güç zehirlenmesi, kapana kısılmışlığın verdiği anlık korku ve cesaret iki tarafa da sirayet edip olayların çığırından çıkmasına neden oluyor.


3–4 ay kadar önce izlediğim Die Welle (Dalga/Akım anlamına gelse de Türkçe’ye “Tehlikeli Oyun” şeklinde çevrilmiş) filmine benzettim. Yine Alman yapımı ve gerçek hayattan alınan bir deney filmiydi. Fakat Das Experiment gerçekten de gerilimi sürekli olarak yaşatan ve insanlığımızı sorgulatan bir yan sunuyor.


IMDb puanı 7.7 olarak görünüyor, ben ise 7.5–8 puan vermeyi uygun görüyorum. Tekrar izlersem aynı puanı verir miyim bilmiyorum ancak ilk izlememde beni etkilediğini söyleyebilirim. İnsanlar alışık olmadığı durumlarla ilgili gerçekliklere (kişisel deneyimlerin yanı sıra filmler, kitaplar aracılığıyla da) şahitlik edince daha çok etkileniyor olmalı. Muhtemelen bunun yanı sıra ilk izleme ile seneler sonraki izleme de fark yaratıyordur.



Bu ayın başında Halloween havasına yaraşır bir şekilde korku filmleri izlemeyi planlıyordum ancak dürüst olmak gerekirse korku filmi izleyebilen biri değilim. Çok korkuyorum gerçekten. En azından küçükken böyleydi ama travma olarak kaldığı için şimdi dahi izleyemiyorum. Gerilim içeren sahneler bile haddinden fazla gerebiliyor ya da aksine anlamsız kalabiliyor. Bundan ötürü de seçimlerimi akışına bıraktım. Adımlarımın — istemsizce — bilim kurgu seçimine gittiğini ise ancak 5 filmin sonunda görebildim. Pişman değilim hakim bey.


Aksilik olmazsa Kasım ayında görüşürüz.

Comments


Let Me Know What You Think

Thanks for submitting!

© 2023 by Sarnav. Powered and secured by Wix

bottom of page