2024-Eylül’de İzlediklerim (3 Film)
- Sarnav
- Sep 20, 2024
- 3 min read
Updated: 2 hours ago
Okuduklarımın aksine izlediğim dizi ve filmleri not almayı hala huy edinememiş biri olarak Eylül ayı için ilk hamlemi gerçekleştirmek ve bu ayda izlediğim ve sevdiğim filmleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Eskiden daha sıkı bir genel izleyici olduğumdan bu konu hakkında çokça yazabilirdim ama son birkaç yıldır izleme süremi çokça düşürmüş gibi görünüyorum. Yine de bu ay biraz istisna oldu diyebilirim.
Çok fazla sürpriz kaçıran/spoiler vermeden yazacağım.

Photo by Jeremy Yap on Unsplash
Eylül Sineması
1. Stranger Than Fiction (Lütfen Beni Öldürme)
2006 yapımı ve başrolünü Will Ferrell’in çektiği bu filmi ilk defa izledim. Çok rastgele bir şekilde karşıma çıkmasına rağmen konusu hakkında okuyunca kesinlikle bir şans vermem gerektiğini anladım.
Film, hikayesini takip ettiğimiz ana karakterin hayatının aslında bir yazar tarafından şekillendirilmesi hakkında. Karakter de bunun farkındalığını kazanınca yaşamı farklı bir boyuta evriliyor ve kendince bir amaç ediniyor: Yazarı ile tanışmak. Bu sırada ise bazı insanlarla tanışıyor ve onların hayatlarına dokunuyor.
Will Ferrell takdir edilesi, usta bir oyuncu. Sadece yüz yapısı bile onu ciddiye almamamı sağlarken oyunculuğu aynı anda bunun tersini verebiliyor. Benim için bu bakımdan biraz olsun Jim Carrey’yi andırıyor.

“Stranger Than Fiction” Movie Poster — Image Source
Film dilimize “Lütfen Beni Öldürme” şeklinde çevrilmiş durumda. Direkt bir çeviri yerine bağlantılı olduğunu düşündükleri bir anlatımı başlığa taşımayı uygun görmüş olmalılar. Bunu ise filmi izlediğimizde alabiliyoruz aslında. Ancak dürüst olmak gerekirse anlamı sırtlayabilecek daha iyi bir tanesi bulunabilirdi.
Bu zamana kadar duymadığım için şaşırdığım bir yapım. Öte yandan film harikulade bir film değil, belki bir nedeni budur. Çerez bir film diyebilirim. Ama kesinlikle sevdim. Aileyle izlenebilir hatta partnerinizle izleyebileceğiniz romantik noktaları da var.
Benim hiç umurumda olmasa da bilgi paylaşımı açısından söylemeliyim ki IMDb puanı 7.5 imiş. İlla ki puanlamalara bakma ihtiyacı güdersem de kişisel görüşüm, puanı 6 ile 8.5 olan filmlerin diğer hepsinden daha doyurucu olduğu. Kişisel tercihlerim ve zevklerim doğrultusunda gözlemlediğim bu yönde en azından.
2. Ruby Sparks (Hayalimdeki Aşk)
Zamanında pek sevdiğim bir arkadaşım, kitap okumayı ve hikayeler yazmayı sevdiğimi bildiğimden bana bu filmi önermişti. “Biliyor musun, tam sana göre bir film var aklımda, seveceğine garanti ederim,” demişti. Pek haklıymış. Hemen sonraki gün izlediğimi hatırlıyorum. Yıllar geçince bir kez daha izlemiştim.
“Stranger Than Fiction”ı izledikten sonra aklıma gelen ilk şey, Ruby Sparks oldu. Aslında, filmin ismini unutmuştum ancak sahneleri birer birer gözümün önündeydi. Bulmak ise zor olmadı, Stranger Than Fiction IMDb sayfasında benzer önerilere bakınca direkt gözüme çarptı ve seneler sonra üçüncü kez izlemenin keyfini yaşadım.
İsmi dilimize “Hayalimdeki Aşk” olarak çevrilen 2012 yapımı bu film ise ilk filmden biraz olsun sıyrılıyor. Yerine göre daha romantik, daha sorgulayıcı kısımları mevcut.

“Ruby Sparks” Movie Poster — Image Source
Konusu bir yazar ve sevgilisi etrafında dönüyor. İlham perilerini uzun süredir bulamayan bir yazarın rüyasında gördüğü bir kadının etrafında şekillenen, onu hayatına soktuğu bir film. Hem senaryo yazarı hem de oyunculuğu sergileyen kadın oyuncu Zoe Kazan müthiş bir oyunculuk sergiliyor.
Burada yer vermeyecek olsam da, izlediğim her defasında bana biraz olsun “500 Days of Summer” (Aşkın 500 Günü) filmini anımsatıyor. Kaldı ki Zoe Kazan ile Zooey Deschanel’in hem oyunculuğu hem de fiziksel benzerliği de gözden kaçmıyor.
IMDb puanı 7.2 olan film gençler ve yetişkinler için daha ideal olabilir. Dil kullanımı konusunda çocuklara uygun olmayacak yerler çok az da olsa mevcut.
Acaba bir sonraki sefer izlediğimde kaç sene geçecek, benim için merak konusu ise bu. Dönüp dolaşıp yine bu filme geliyorum nedense.
3. Gattaca
Şimdi birdenbire apayrı bir noktaya uzanıyoruz. İlk iki film ile herhangi bir bağlantısı yok, türleri tamamıyla farklı. Bilimkurgu sevenlerin izlediğine inandığım, izlemediyseler de kaçırmamaları gereken bir yapım Gattaca.
1997 yapımı eserde çok meşhur isimler mevcut. Ana rollerde Ethan Hawke ve Jude Law’u görürken Uma Thurman’ın yerinde rolleri olayın seyrini değiştirmeye ziyadesiyle yetiyor.
Gelecekte, insanların DNA yapısının öne çıktığı ve toplumsal bir ayrım yarattığı bir çağdayız. Öyle ki bu alandaki teknolojik gelişmeler çok ileri seviyede. Günümüzde DNA’nın yapısına CRISPr teknolojisi ile müdahale edebildiğimiz ve doğacak bebeklerin türlü genetik düzenlemelerini sağlayabildiğimiz dünyamıza benzer versiyonu ile karşı karşıyayız.

“Gattaca” Movie Poster — Image Source
Ethan Hawke’un başrolde canlandırdığı karakterin küçüklükten beri bir hayali vardır: Uzaya gitmek. Ancak o, kardeşi gibi sağlam bir genetiğe sahip değildir ve daha doğumunda ona biçilen yaşam otuz yıl kadardır. Ancak bu bilimsel gerçeklik onun uzaya açılma arzusunun önüne geçemez.
Bu bağlamda doğuştan harika bir genetiğe sahip olan ancak talihsiz bir kaza sonrası tekerlekli sandalyeye mahkum kalan Jude Law’un karakteri ile bir anlaşma yaparlar. Uzaya çıkabilmek için istenen sağlıklı ve yeterli yapıyı kanıtlayabilmek adına bir kimlik kazanımı sağlanacaktır.
İzlerken ne olacağı konusunda her daim merakta tutan, bazen geren ve çokça (özellikle de yapım yılını baz alırsak) şaşırtan bir yapım olan Gattaca mutlaka izlenilmeli. Filmin adının nereden geldiği konusunda ise eski fen derslerini hatırlamanızı öneririm.
IMDb puanı 7.7 olan film tüm bilim kurguseverleri tatmin edecek cinsten.
Umarım izlerken ve yazarken keyif aldığım film paylaşımlarıma gelecek aylarda da devam edebilirim. Bazen karşımıza ansızın çıkan bir tavsiye beklenmedik etkiler yaratabiliyor.







Comments