2025-Ekim’de İzlediklerim (4 Film)
- Sarnav
- Oct 17
- 9 min read
Ekim serin bir giriş yaptı. İşte tam da özlenen havalar. Bu havada sıcacık koltuğa kurulmanın keyfi bambaşka. Bal kabağı aromalı kahveleriniz, karamelli bisküvileriniz, mis kokulu patlamış mısırlarınız ya da tarçınlı sahlepleriniz hazırsa başlayalım. Bu ay rastgele bir şekilde hareket ettim ve izlemeden evvel iki kez düşünmedim.

Photo by Isabel A Hermosillo on Unsplash
Ekim Sineması
1. Arrival (Geliş)
Üçüncü kez izlediğim bir bilim kurgu filmi daha. Sosyal medyada birkaç sahne kesitine denk gelince özlemim depreşti, iştahım açıldı, beklemeden izledim.
2016 yapımı bu filmi çıktığı gibi izlediğimi de hatırlıyorum. O sene üniversitedeydim. Etimolojiye ve filolojiye ilgim olduğundan, dil bilimi veya herhangi bir dil bölümünde okuyan arkadaşlarımla tartışmak için sabırsızlanıyordum. Öğretmenlerinin de izlemeleri için ödev verdiklerini söylemişlerdi. Bu konuda gerçekten şahane bir film olduğunu belirtebilirim.
Ayrıca bu film, Ted Chiang’ın aynı adlı kitabından uyarlamadır. Biz de kitap kulübümüzde Ağustos 2024’te yer vermiştik. Birçok öykünün bulunduğu kitap tam anlamıyla bir bilim kurgu eseri. Eğer okumadıysanız türün takipçilerine şiddetle öneririm.

“Arrival” Movie Poster - Image Source
Posterinden ve adından anlaşılacağı üzere, “uzaylı”ların dünyaya geldiği bir anlatı bu. Farklı yanı, onlarla olan iletişimde iki taraflı bir çabanın yaşanması.
Amy Adams ve Jeremy Renner başrolündeki filmde merakımız hiç dinmiyor. “Kimler?”, “Neden geldiler?”, “Neye benziyorlar?”, “Neyi amaçlıyorlar?” sorularını sordukça daha fazlası içine çekiliyoruz. Filmde soracağımız bu ve daha fazlası sorunun büyük çoğunluğu cevap buluyor.
Dürüst olmak gerekirse, üç kez izlemiş olsam da anlamadığım bazı ufak tefek noktalar hala mevcut. Ama bunu, “Neden böyle yapmışlar ki? Çok saçma!” şeklinde yorumlamaktan ziyade, “Vay be, acaba ne kaçırdım?” düşüncesiyle karşılıyorum. Hayır, “Geliş”, sorun sende değil, bende!
Özellikle Amy Adams’ın performansını çok başarılı buluyorum ki rolün büyük çoğunluğu da onda aslında. Renner, öyküye bir şekilde etki eden kişi olsa da öne çıkan sahneleri epey az ve yardımcı oyuncu konumunda. İzleyenler bunu gayet anlaşılır bulacaktır.
Temaların çoğunluğuna değindim zaten. Süresi ise 2 saat ve 7+ yaş etiketi barındırıyor. Belki uzaylıların varlığı çocukları ürkütebilir. Küçük çocuğunuzla izlemenizi tavsiye etmezdim sanırım. Etkilenme konusu açılınca aklıma hep, ilk defa 10 yaşımdayken izlediğim “Titanik” ve o gece kabus gördüğüm geliyor.
2017’de “En İyi Ses Kurgusu” Oscar ödülü kazanan filmin IMDb puanı, 837 bin kişinin oylaması sonrası ortalama olarak 7.9 olarak belirlenmiş. Ben de 8-8.5 puan vermekten imtina etmiyorum.
2. Legally Blonde (Bu Nasıl Sarışın!)
Selen’in tavsiyesiyle izlediğim keyifli bir film var sırada. Eğer yanılmıyorsam yıllar evvel televizyonda izlediğimi hatırlıyorum. Söylemeden olmaz, Reese Witherspoon müthiş bir oyuncu bence. Diğer oyuncular da onun rolünü tamamlayan desteği güzel sağlamış görünüyor.
Filmde aktarılmak istenen, dönemin “aptal sarışın” kalıbını al aşağı etmek aslında. Tüm karakterler, kişiliklerine ithafen iki şekliyle de güzelce işlenmiş ve sarışınlara yapılan yakıştırmanın “aptal” oluşundan ziyade her insanda farklı şekillerde yer alabileceği gösterilmiş. İyi niyetli yaklaşım ve onun suistimal edilişi, arkadaşlık ve kıskançlık ya da sevginin ikiyüzlü hali bu filmde mevcut. Önemli olanın görünüşümüz değil, kim olduğumuzla alakalı olduğunu hatırlatan bir yapım.

“Legally Blonde” Movie Poster - Image Source
Konusuna gelecek olursak, ana karakterimizin sevgilisine olan takıntısıyla başlıyoruz. Fakat Elle Woods (Reese Witherspoon) çok geçmeden bunun platonik bir sevda olduğunu fark ediyor. Yine de bundan vazgeçmiyor, hırslanıyor ve onun hangi tür kızlardan hoşlandığını anlayıp o biçime kavuşmak istiyor.
Kulağa ikilem içerisinde yer alan birisi gibi geliyor, öyle değil mi? Karakter aslında bunu yaparken bile kendi için değil, başkası için hiç olmadığı birisine dönüşmenin derdinde. Fakat gelin görün ki, gidişat tersine evrilecek olayları beraberinde getiriyor. Reese, belki de, kendini buluyor.
Bu tür filmleri bilirsiniz; romantik komedi ve eleştirinin bir arada bulunduğu, felsefi anlamda derinliği olmayan ancak izledikçe iyi hissettiren filmlerden biri. Birçoğumuz için çerez ama aynı zamanda ilgi çekici.
Türkçe başlığa değinmeden geçmeyelim. Esas başlığın neden böyle olduğunu filmin ilk otuz dakikası içerisinde çoktan anlıyoruz. Bizdeki başlığın ise daha çok, filmde aktarılmak istenen eleştirel bakışa yardımcı olduğunu düşünmekteyim. Yerinde buluyorum.
2001 yapımı bu bir buçuk saatlik film, PG-13 yani “13 yaş altı çocuklar için ebeveyn rehberliği” etiketi mevcut. IMDb puanı 275 bin oy sonrası ortalama olarak 6.5 gözükmekte. Ben ise 7 puan veriyorum.
İki sene sonra yayımlanmış bir devam filmi bulunmakta. Ancak puanı 4.8 olarak kalmış. Muhtemelen ilkinin başarısının üstüne devam edilmek istendi ancak aynı etkiyi yaratamadı. Dürüst olmak gerekirse bu film zaten olduğu kadarıyla başarılı ve etkili. Verilmek istenen zaten verilmiş, devamına gerek var mıydı bilmiyorum ama izlemeden bir şey demek de istemiyorum. Fakat ben zirvede bırakacağım. İşin ilginç yanı, Reese Witherspoon’un gelecekteki yapımlarına baktığımızda üçüncü bir film olacağı görülmekte ancak birkaç bilgi dışında detay yok. Onca yıl sonra nasıl bir düşünce ile yaklaşılır onu da bilmem ancak hanımefendi neredeyse hala ilk filmdeki çehresine sahip. Nazar değmesin.
Bunun yanı sıra ilginç bir bilgi: 2006 yılında kazandığı Oscar ödülü sonrasında inşa ettiği bir medya şirketi 900 milyon dolara satılmış. Bunun yanı sıra 2017’den beri aktif olan ve kitap satışlarını dahi etkileyebilecek düzeyde tanınır bir kitap kulübü bulunmakta.
3. American Psycho (Amerikan Sapığı)
Geldik en sinir bozucu, şatafatlı filme. Bu sefer tersten başlayalım. 25 sene önce yayımlanan filmde “seks ve çıplaklık”, “şiddet ve kan”, “küfür ve argo”, “alkol, uyuşturucu ve sigara” ve “korkutucu ve yoğun sahneler” etiketlerinin şiddetli bir biçimde yer aldığı bilgisi mevcut.
İzlemeyi senelerdir ertelediğim bir başka yapım. Dedim ya çok düşünmeden başladım bu ay da diye. Her yerde görsellerini gördüğüm esere henüz şans verebildim böylece. Tahminimin ötesinde geçen bir buçuk saat oldu açıkçası.
Hemen oyuncunun hakkını vermekle başlayalım. Christian Bale, sanırım en başarılı bulduğum ilk on aktör sıralaması yapma gereği duysaydım listede kolaylıkla yer bulurdu. Şüphe bile bırakmayan bir oyunculuğu var. Ana ya da yardımcı, iyi ya da kötü kişilik, hangisine sahip rolü olursa olsun hakkını vermeye başaran nadir oyunculardan. Bu filmde de elbette bunu becermiş.

“American Psycho” Movie Poster - Image Source
Başlıkla hakkında konuşmak istiyorum. Kafama takılan bir mevzu olduğundan araştırarak hareket ettim.
”Psişe” sözcüğü Yunanca “psyche”den geliyor ve “ruh”, “can” ya da “yaşam nefesi” anlamlarına geliyor. Antik Yunan’da insanın bilinçli varlığını ifade ederken modern psikolojide “zihin” veya “benlik” anlamlarında da kullanılıyor.
“Psikopat” terimi ise psyche (ruh) ve pathos (hastalık) sözcüklerinden türetilen ve etimolojik olarak “ruh hastalığı” anlamına gelen bir sözcük. “Psycho” da kısaltılmış hali. Ancak çağdaş psikolojide empati yoksunluğu, manipülasyon eğilimi ve ahlaki duyarsızlık gibi özelliklerle tanımlanan bir kişilik bozukluğunu ifade ediyor.
Bu nedenle Türkçede “sapık” kelimesiyle karşılanması hem eksik hem de anlam kaymasına yol açmakta zira “sapık” daha çok cinsel sapma ya da toplumsal normlara aykırı davranışlar bağlamında kullanılmakta. Ancak bu filmde bundan çok daha fazlası var. Yani evet, belki kulağa tuhaf ve alışılmadık gelecek ama hem anlam bakımından hem içerik bakımından “Amerikan Ruh Hastası” ya da “Amerikan Sapkını” demek filmin temasını daha kapsayıcı biçimde karşılardı diye düşünmekteyim.
Devam edelim.
Korku, psikolojik gerilim, kara mizah, eleştirel yaklaşım, her türden suç, vahşet, dram… Ne ararsanız var hem de olabilecek en kanlı, rahatsız edici ve psikopat biçimiyle. İşte tam da bu yüzden sapıklığı değil de sapkınlığı işaret eden bir alegoridir “American Psycho”. Çünkü esas mesele Patrick Bateman (Christian Bale) karakterinin yaptıklarıyla sınırlı değildir. Bahsedilen tüm bu ögeler, sistem eleştirisini öncelikle Bateman üzerinden görünür kılar.
Marka takıntısı, zengin-fakir ayrımı, üstünlük arzusu, kibir, şiddetin normalleşmesi, empati yoksunluğu, kapitalizmin bireyi nesneleştirmesi, kişisel boşluklar, kimliksizleşme gibi toplumsal konularının hepsi ana karakterimizde ve çevresindekilerin yaşamında hayat buluyor. Tüm bu ahlaki, kültürel ve sistematik yozlaşma, modern kapitalist sistemin doğrudan bir yansımasıdır. Film boyunca bu yansımanın hem bireysel hem toplumsal düzeyde ne kadar derinleştiğini açıkça görmekteyiz.
Tüm bu hicvin böylesine çıplak biçimde verilmiş olması elbette rahatsız edici boyutu artırıyor. Fakat bu arı ve doğrudan bir eleştiri. Gerçeklerin nelere mal olduğunu gösteren cinsten. İşte tam da bu yüzden harikulade bir film.
Öte yandan bu da bir kitap uyarlaması. Bret Easton Ellis’in 1991 yılında yayımlanan aynı isimli kitabında 2000’de sinemaya aktarılmış. İşin garip yanı, bu kitabın içinde Tom Cruise’un adı iki defa geçiyormuş. Çünkü Bateman’ın kaldığı apartmanda kalmaktadır ve asansörde karşılaşırlar. Amerikan toplumunun ürün olan bu statü takıntılı narsist karakter, Cruise ile karşılaşınca artık orada yaşayan en “iyi” kişi olmadığını görüp içsel bir bunalıma bile sürüklenir. Evet, gerçekten tam bir psikopat.
IMDb puanına geldi sıra. 803 bin kişinin oyu, 7.6 ortalama puanın çıkmasına sebep olmuş. Bana kalırsa en az 8 puanı hak eden bir yapım. 8-8.5 diyebilirim sanırım.
Son olarak, gelecek filmleri arasında “The Bride!” isimli bir tanesi gözüme çarptı. 2026 yılında yayımlanacağı belirtilen filmde Frankenstein’in canavarını oynadığı bilgisi eklenmiş. Hatta üç hafta önce bir tanıtım filmi bile çıkmış. İlgi çekici bir konu gibi görünüyor.
Biz de İlkgüz olarak bu ay 24 Ekim’de Mary Shelley’nin “Frankenstein ya da Modern Prometheus” eserini konuşmak için buluşacağız. Meraklılarına duyurulur.
4. The Great Gatsby (Muhteşem Gatsby)
Bir başka kitap uyarlamasıyla devam etme kararı aldım. Francis Scott Key Fitzgerald bu eserini 1925 yılında yazmış. Bense tam yüz sene sonra okumadığım kitabın sinemaya aktarılmış ilk değil (1974 yapımı) ikinci filmini izliyorum. Sanatın ve kişinin ölümsüzlüğü bu değil de nedir? Öyle ki, okumamama rağmen eser hakkında genel bir fikrimin olması bile onun bir şekilde hayatımda yer bulduğunu gösteriyor. Güçlü bir etki.
İki buçuk saatlik bu film ne akıcı ne yavaş, tam kıvamında geldi bana. Sindire sindire ve cidden kitap okur gibi izledim. Zaten arka planda da bu şekliyle veriliyor. 2013 yapımı olmasına şaşırdım çünkü üstünden bunca senenin geçmiş olduğu gerçeği garip. Sanıyorum ki yayımlandığından daha geç duydum ve bu yüzden bana daha yakın bir tarihte (2017-2018 civarı tahmin ediyordum) yayımlanmış hissini aldım. Kamera ve görüntü teknolojisinden anlamam ama seyir kalitesi yüksek.

“The Great Gatsby” Movie Poster - Image Source
Oyuncu kadrosuyla başlayalım. Film Tobey Maguire ile başlıyor. Örümcek Adam’daki oyunculuğundan olsa gerek fazlasını bekledim. Soluk ve sakin bakışlı bir genç ve pasif görünen bir rolü var. Üstelik filmin yaklaşık ilk otuz dakikasında başrolde o olmasına rağmen. Fakat aynı zamanda anlatıcı rolünü üstleniyor çünkü bu bir kitap ve karakteri Nick de olan biteni kayda geçiren yazar. Yine de kendisini görmek iyi bir his veriyor, nedenini bilmiyorum. Sonrasında görece yan karakter olarak devam ediyor ki bu değişim sırıtmıyor. Çünkü devralan oyuncunun enerjisi ve gizemi bu boşluğu dolduruyor.
Diğer oyuncuların rollerini de beğendiğimi söyleyebilirim. Ara sıra kitabın anlatısında yer alan 1930’ları yansıtan bir yavaşlık ve sakinlik devralıyor oyuncuların mimiklerini. Bunu doğal buldum. Sonuçta trajedi içeren, dram ağırlıklı, romantizm içerikli bir film. Ama yavan bulanlar olabilir. Esas odaklandığım diğer nokta ise kostümlerdi. Müthiş dekorlar, aksesuarlar, sahne tasarımları vardı. Öyküsü dışında sırf şaşaalı bir dönem filmi olarak bile izlenebilir.
Şimdi ise filmin büyük çoğunluğuna hükmeden oyuncuya gelelim. Leonardo DiCaprio. Şapka çıkarmak lazım. Tüm yazımda mutlaka aktör ve aktrisleri övdüğümün farkındayım ama işinin ehli kişiler olduklarını savunuyorum. Saydıklarım arasında kalitesiz bir tanesi yok bence. DiCaprio, tıpkı Christian Bale için söylediğim gibi ilk onumda yer alabilecek isimlerden.
Konu olarak dönemin lale devrini yaşayan insanlara konuk oluyoruz. Tabii hayat tek taraflı değil ama bu insanlar için böyle. Gatsby (DiCaprio) denilen biri var ve gizem dolu, herkes onun hakkında bir şeyler atıp tutuyor, tam anlamıyla tanınmıyor. Varsayımların arasında dolaşılırken bir tek komşusu, Nick (Maguire) onun en son partisine bir davet alıyor. Parti demişken devasa, son derece lüks bir malikanenin dolup taştığı ve sürekli olarak verilen partiler bunlar. Herkes davetsiz bir şekilde gelip eğleniyor ama Nick özel biri. Bunun nedenini ise sonradan anlıyoruz.
Gatsby kendini açığa çıkardıkça onu da tanımaya başlıyoruz. Sürekli olarak kendini kanıtlama ihtiyacı gütmesi, zorluklara nasıl göğüs gerdiği, savaşta gösterdiği başarı hikayeleri, abartılı gelen anılar vesaire. Herkesin dilinde olanlar Nick ile olan tanışıklığında da vuku buluyor. Arkadaşlıkları ilerledikçe esas karakteri ortaya çıkıyor.
Öyküye önem katan nokta ise işin içinde ise Gatsby’nin aşık olduğu birinin bulunması. Yıllarını bu kadına daha iyi bir şeyler sunabilmek için geçiren ve her şeyi onun gözüne girebilmek için yapan biri bu adam. Kötü insanlarla ilişkileri bu yüzden kuruyor, mal kaçakçılığını ya da hileli anlaşmaları bu yüzden yapıyor. Servetini sürekli olarak artırıp günü geldiğinde o kadına her şeyi sunabilmek için uğraşıyor. Başkası için yaşıyor hayatını.
Çok detaya girmeden üstünkörü anlatmaya özen gösterdiğim filmi izlememin bir nedeni var: Önceki maddemde yer alan yapım. “American Psycho”yu izlediğimde, bu filme benzetmiştim. İkisi de o çok övülen saçma Amerikan rüyasına sataşmakta çünkü.
Birinde her şey havalı, rüya gibi ve romantiktir; diğerinde ise şiddetli, kabus gibi ve kapitalisttir. Yapay ve insanlara zorla dayatılmış lüks yaşam bireysel olarak gösterilirken çevredeki herkesin benzer hayatlar sürdürmek için yarış halinde olduğunun, birbirini ezmek için çabaladığının, fazlasına erişmek adına başka biri haline geldiğinin, ahlaken yanlış işlere kalkıştığının ve yalanlara saklandığının göstergesi. Amerikan rüyası iç içe geçmiş balonlardan oluşmakta ve her dönem yeni bir iğne onu patlatmakta. Yanlı medya ise yeni balonlar üretmekten geri durmamakta. Sonuçta bu onların oluşturdukları “kültürü” ve elinde başka hiçbir şeyleri yok.
13 yaş ve üstü kişiler için uygun düştüğü belirtilen filmde her şeyden biraz var ama -yetişkinler için- hepsi kararında diyebiliriz. Parti sahnelerinde genelde alkol düşkünlüğü göz önünde bulunuyor tabii. Beraberinde yer alan alakalı bazı seks ve çıplaklık sahneleri mevcut. 13 yaş ile 15 yaş arasında psikolojik açıdan ne fark var bilmiyorum ama bunlar nasıl belirleniyor derseniz şöyle bir tablosu varmış.
Eğer bir filmin belli yaş grupları için sakıncalı olabileceği konusunda endişeleriniz var ise şöyle bir tavsiyem var: IMDb sayfasını ziyaret edin ve sol üstte bulunan (başlığın altında) yaş etiketine tıklayın. O filmin “Parents Guide” (Ebeveyn Rehberi) başlıklı sayfasına yönlendirileceksiniz. Ne tür sahnelerin bulunduğunu görüp karar almanız epey kolaylaşacaktır. Açıklamalar bazen spoiler içerebiliyor ama çocuğunuzla, ailenizle, eşinizle izlemeyi kararlaştırırken bunlar göz ardı edilebilecek noktalar.
Son olarak puanlayalım. 603 bin kişinin oylaması sonucu IMDb puanı 7.2 olan film için ben de 7.5 puanı mantıklı buluyorum.
Bu ay biraz uzattık daha fazla ekleme yapmayalım. Son filmi izleme listemden çıkarmak aklımda yoktu ama biri diğerine sebep oldu. Eserler arasında etkileşimi bir şekilde de olsa yakalayabilmek güzel bir his.
Böylece seyir açısından dolu dolu geçen ekim ayına veda ediyorum. Üstelik ayın bitmesine daha iki hafta var iken. Başka bir yapıma vakit ayırabileceğimi düşünmediğimden erken hareket ettim.
Filmler arasında izledikleriniz var mı? Yorumlarınız ve puanlamalarınız varsa geri dönüş almak isterim. Bu şekilde sizlerin gözünden de izleyebilirim. Okuduğunuz için teşekkürler.







Comments