2025-Nisan’da İzlediklerim (4 Film-1 Dizi)
- Sarnav
- Apr 21
- 9 min read
Nisan ilginç bir ay oldu. İzlemediklerime yer vermenin yanı sıra farklı bir denemeye başvurdum. Buna göre de düşünce ve değerlendirmelerimi sundum. Sinema bakımından keyif aldığım bir süreçti. İyi okumalar dilerim.

Photo by Markus Spiske on Unsplash
1. Eyes Wide Shut (Gözü Tamamen Kapalı)
Senelerdir merak ettim ve gözümde çok büyüttüğüm bir yapımla başladım aya. Kubrick’in son filmi; en beğenilen olarak belirtilen ve aynı zamanda muhtemelen en tartışmalı olanı. İlginç bir başlık çevirisi olan film 1999 yapımı ve baş rolleri o dönem birer fenomen olan Tom Cruise ile Nicole Kidman paylaşıyor. 1990 - 2001 yılları arasında evli olan çiftin bir de “Far and Away” (Uzak Ufuklar) filminde beraber oynadıklarını okudum.

“Eyes Wide Shut” Movie Poster - Image Source
Eser de bir çiftin anlatısına yer veriyor aslında. Baştan belirteyim, bu film bir roman uyarlaması. 1926 yılında Arthur Schnitzler tarafından yazılan ve İngilizcesi “Dream Story” olan bir esermiş.
18+ olan film biraz karmaşık geldi bana. Birçok yere anlam veremedim ve nedenini sorguladım. Bunun yazılan eserle veya o dönemki ahlak ve akılla alakalı olup olmadığına emin değilim. Kitap ile ilgili anlatının özetini okuyunca birçok benzer yan olduğunu gördüm. Senaryo elbette çekilen seneye uyarlanırken Kubrick’in gözlemi ve sekanslarıyla da değişiklikler yaşandığını tahmin etmek güç değil.
Anlaşamayan bir çiftin, bir doktor olan William Harford (Tom Cruise) ve eşi Alice Harford (Nicole Kidman) hakkındaki bir anlatı bu. İlişkileri git gide körelen çiftten William doktor olmanın avantajıyla hem gelire hem de bir tanınırlığa sahiptir. Fakat ilişkilerindeki açıklar sonrası karakterine ters düşen durum ve yerler içine sokar kendini. Bunun asıl nedeni tatmin duygusunu toparlamak olsa da eşi hep aklındadır ve benzer sadakati onda da hisseder.
Fakat çok açık sözlü olan eşi bir gün birkaç itirafta bulunur ve doktor bunun üzerine farklı arayışlarına devam eder. Bir gün eski bir dostuyla karşılaşıp kendini bir tarikatın parçası içinde bulur. O akşam şahit oldukları onun için benzersiz bir deneyim olur ve bunun bir parçası olmaktan korkar.
Eve dönüp ailesine kavuştuğunda eşi rüyasını anlatır. Duydukları onu bir kez daha şok eder. O gece yaşadığı durumdan ve dinlediklerinden kopmanın yolunu ise birbirlerine eskisinden daha sıkı biçimde bağlanmakta bulur. Film biter.
Film biter bitmesine de, izleyiciyi de öylece bırakır. “Ne izledik biz şimdi?” duygusunu uyandırabilir. Bende öyle oldu ama bu benimle de alakalı olabilir. Hakkında araştırdığımda övgüden geçilmeyen bu filmin abartı olup olmadığını veya aksine hak ettiği güzel sözlerin yetersiz olduğunu paylaşabilirsiniz. Tekrar izlemek istediğim ancak bunun için can atmadığım bir film. Belki bir gün film hakkında kaliteli bir muhabbete denk gelirsem başka bir gözle izleyebilirim. Ancak yakın zamanda buna girişeceğimi düşünmüyorum.
Drama, gizem, gerilim ve bolca erotizm içeren bu film için IMDb’de verilen dört yüz bin oy sonucunda 7.5 oranı ile karşılaşıyoruz. Ben ise belirttiğim nedenlerimden ötürü 6 puan vermiş bulundum.
Evet yaptım, üçünü de seyrettim. İlk film uzun süredir aklımdaydı ve izlememiştim. Film boyunca önceden izlediğim ikinci filmle kıyaslamalar yapıyordum. Fakat onu da kim bilir ne zaman izlemiştim. “Madem öyle ikinciyi izleyeyim, yapmışken güncel yapımına da yer vereyim,” dedim. Açıkçası gayet zevk aldım. Ama söyleyeceklerim çok elbette.



“Willy Wonka & the Chocolate Factory” / “Charlie and the Chocolate Factory” / “Wonka” Movie Posters - Image Source for Movie 1 / Movie 2 / Movie 3
Bu bir, “hangisini izlemelisiniz” değerlendirmesi değil. Daha ziyade filmlerin ayrı ayrı nasıl işlendiklerini değerlendireceğim. Cezbedici faktör hangi stili beğendiğinizle alakalı değişir.
1971 yapımı ilk film, kelimenin tam anlamıyla Wonka filmlerinin en klasiği ki bu garip bir durum değil. Aslen Roald Dahl’ın 1964 basımı kitabından esinlenme olan filmin cesur bir iş olduğunu söylemek istiyorum. Bence özellikle o dönemlerde alışılagelmişin dışında bir iş hissi uyandırıyor. Tıpkı Doctor Who serisinin ilk zamanları gibi ki benzer havayı bu filmde de pek çok kez aldım. Wonka bir doktor olsaydı hiç sırıtmazdı.
Filmin başlıca kozu hiç şüphesiz Gene Wilder. Tek kelimeyle muazzam bir oyunculuk. Sırf onun için başladığım filmi benimsememe yardımcı en büyük etmen de yine o oldu. Çocukların katkısı ve o meşhur “oompa loompa”ların şarkı ve dansları işin eğlencesi olsa da, şüphesiz Wonka en önemli karakter.
İlk filmin o nesle hitap eden konuşma tarzı, mimikleri olduğunu düşünüyorum. Belki de yedi sene öncesinde yazılan kitaba sadık kalmak istediler, bilemiyorum. Üç dört kez Shakespeare alıntıları duyuyoruz kendisinden. Edebi yanı, ritmik konuşmaları, aniden yükselen sesi tiyatral havayı yeterince sunuyor. Olgun ama eğlenceli bir kişiliği var bu Wonka’nın. Felsefi bakış açısı daha baskın.
Teknoloji konusunda da elbette o dönem ne verilebilirse o sunulmuş. Yani günümüz seyircisini tatmin etmeyecek bir yönü var fakat film boyunca teknolojiye sık başvurulduğu da hissedilmiyor. Sahnelere hükmeden, özünde el yapımı maketler ve makineler. Bu bir çikolata fabrikası sonuçta. Ve Wonka da aynı icatları gibi “garip” biri. İşleyiş farklı olduğundan hayal gücü had safhada. Bunları gerçeğe dökmek teknolojiye çok başvurmadan yapılınca özel ve samimi hissettirse de, yer yer çiğ gelebiliyor.
Ondan çok bahsettik, şimdi gelelim Wonka’ya. Yani, Wonka numara 2, Johnny Depp. Anlatımımı Wonka üstünden sunuyor olsam da filmlerin genel hatları ve farklarına odaklanmayı ihmal etmeyeceğim.
Şimdi 34 sene sonrasında geldik. Yeni nesil, anlayış, oyuncular, teknoloji… Hepsi ayrı ayrı değerlerini katınca toplamda büyük bir fark yaratıyor görünen o ki. Renkler kesinlikle daha canlı; sinemanın zirve dönemleri ve beraberinde gelen ilgi çekici görsel efektler de cabası. Henüz başlangıçta, çikolata fabrikasının el değmemiş çikolata üretimini görüyoruz. Güzel bir giriş ve akış çok etkili.
Fark yaratan diğer bir nokta ise, belki akla ilk gelen etmenlerden biri değildir ama, müzik. Evet, ilk filmde bazı oyuncuların bir Disney karakteri edasıyla şarkı söylemeye başlaması filmin durgun havasını çeşitlendiriyor. Ki tam da o döneme yakışacak bir kesit olarak görebiliyoruz. Fakat 2000’lerdeyiz, bunlar biraz klişe. Yerini ise müzik ve efektlere bıraktı. Bunların kullanımı da yerinde ve güzel.
İlk filmde hissedilmiş olabilecek yapaylık ortadan kalkmış görünüyor. Her şey olması gerektiği gibi; gerçek bir fabrikaya değil, büyülü bir fabrikaya geldiğiniz açıkça ortada. Kaldı ki fantastik bir çocuk romanına uygun olan da bu değil mi? Yani, dürüst olmak gerekirse, teknolojinin tadında kullanımının ve gerisini izleyiciye bırakmanın önemini fark ediyoruz.
Bir Wonka olarak Depp, müthiş bir seçim. Ama burada muhtemelen pası hemen yönetmen Tim Burton’a atmalıyız. Bambaşka bir dokunuşa sahip yönetmenin etkisi burada her yere yayılmış durumda. Oyuncu seçimleri de buna dahil. Yine de Depp, tıpkı Karayip Korsanları’ndaki gibi bir hava veriyor. Beklenmedik hareket ve yorumlarda bulunabilecek deli ile dahi arasındaki bir karakter. Evet, ilk Wonka yerine göre şakacı ve yerine göre ciddi iken ikinci Wonka ise sanki aklı bir karış havada olan, delirmeye yüz tutmuş biri. Ayrıca aile problemleri var ki bu filme eklenmiş bir unsur.
Çocuk seçimlerine bakınca roller az biraz değişiklik gösterse de tiplerin önceki ile neredeyse aynı olduğu dikkatimi çekti. Çocuk her dönem çocuk ve huyları aynı sanırım. Özellikle konu çikolata olunca. Aslında her türlü şekerlemeden bahsederek başlayan birinci filmde odak noktası sadece çikolata olmuş. Bu yüzden ilk filmin genel bir anlatıya sahip olduğunu, detaylara takılı kalmadığını, bunları sadece gerekli yerlerde kullandığını görüyorum. İkinci film ise, hâliyle birinci filmin kopyası olmamak ve dönemin anlatısına uygunluk göstermek için bazı noktalarda hem değişikliğe gitmiş hem de detay birkaç ekleme yapmış ki bunlar hiç de problem yaratmıyor. Çünkü esas konudan uzaklaşılmıyor. Önemli olan da bence budur.
Oompa loompa’lara değinmeden geçemem. Tek bir oyuncunun çoğaltılarak kullanılması, zaten hayali olan bu karakterleri daha eğlenceli yapmışken birçok tiplemeyi yansıtmaları da harika bir dokunuş. Bazen bir psikolog, bazen aşçı, bir işçi ya da sekreter… Her seferinde aynı ve ilgi çeken bir oyuncu ile verilmiş. Ekran süresi daha fazla ve etkisi de komedi unsurunu artırıcı yönde. Söylenen şarkılar ve dans koreografisi kat be kat geliştirilmiş. Seyir zevki çok yüksek.
İşte geldik son dönemece. Üçüncü Wonka bizleri bekliyor. Fakat bu defa gözler tamamen onda. Ne de olsa filmlerin başlıklarından farkı görebiliyorsunuz. Bu film ona atfedilmiş. Hemen söyleyelim: “İlk iki filmi izledim bu nasıl?” ya da “İkinciyi izleyip beğenmiştim, bu yeni hali mi?” diye sorabilirsiniz. Cevabım ise bambaşka.
Bir çok noktadan ele alınabilir bir konu bu. Genel itibarıyla güncel sinema yapımlarından bahsedecek olursak ya bir filmin devamı ya da zamanında çok tutmuş bir filmin yeniden yorumlanması şeklinde olmaya başladılar. Bunlar, işgüzar patronların ve tekellerin işi tabii. Fakat zaten sağlam olan nostaljik etkiyi güncel şekilde ele alınca başarısız olması gecikmiyor. Kendiniz bu tür yeni yapımları inceleyip yorumlayabilirsiniz.
Bunu biliyor olmalılar ki Wonka’da konuyu aynı tutmamışlar ve tek karakter üzerinden şekillendirmişler. Elbette ilk iki filmde yer alan ya da daha doğrusu kitaba atıf yapılan noktalar var. Stili bütünüyle değiştirmişler de diyemeyiz. Ancak konunun gidişatı alışık olduğumuzun dışında.
“Seri ile ilgili en önemli iki etmen nedir?” diye sorsanız şekerlemeler ve çocuklar derim. Nihayetinde bu bir çocuk masalı ve içinde bolca tatlı, abur cubur mevcut. Bunları eserden çıkarırsanız ya da onlara fazla değinmezseniz sonucu benzer tatta verebilir misiniz? Son film tabiri caizse buna cüret etmiş. Çocuklara odaklanmadan, sadece yer yer başvurulan filmde şekerleme ve çikolatalara bayağı geç giriş yapıyoruz.
Wonka hayali olan çikolata dükkanını açmak için bir şehre varıyor. Burada kaldığı handa hapsediliyor ve birtakım kişilerle arkadaş oluyor. Özellikle de küçük bir kız çocuğuyla. Yalnızaca bir adet çocuk ve kurulan bağlantı çikolata değil. Ayrıca alışık olduğumuz Wonka bu defa insanlarla çok içli dışlı, öncelikle de bu çocukla. Garip bulduğumu söylemem lazım. Çok karakter dışı. Wonka hep tarafsız ve ilgisiz biriydi.
Buradaki Wonka bir sihirbaz olarak belirtilmiş, haliyle yapımcılar da teknolojinin nimetlerini bu bağlantıyla beraber bol bol gösteriyorlar. Wonka tabii ki şovmen havasını kullanarak insanları etkiliyor ve bu gibi anlar da dahil olmak üzere bazı beklenmedik sahnelerde (karakter tanıtımları, “iyi-kötü” tarafın gizli planlarının anlatımı) şarkılar ve danslar eşlik ediyor bize.
Günümüz çocuklarının mizacı için yapılmış olabileceği düşüncesini aklımdan çıkarmayarak izlesem de ara sıra tam tersini düşündüğümü, çocuklar için uygun olmayacak sahnelerin bulunduğunu söylemem gerek. Hatta öyle ki, bazen aşırı şaşkınlıkla karşıladım. Konu çocuklar, çikolatalar ve diğer tatlı her şeydi halbuki. Alışkanlıkları kırmaya çalışan bir eser olduğu için cesur bulunabilir ama bu aynı zamanda kaliteli olabileceği anlamına da gelmez. Takdir izleyenlerin.
Son birkaç şeye daha değinip sonlandıracağım. İlki oyuncular/oyunculuklar. Malum, başrol, Timothee Chalamet. Kişi bazında söylemiyorum ama dönemsel olarak filmlerde her zaman aynı kişilerin rol alması bende bıkkınlık yaratıyor. Yine de Chalamet’nin tarzını ve oyunculuğunu uygun buldum bunu da belirteyim. Rol aldığı başka bir filmi izlemediğim için taze gözle bakmanın yararı olabilir. Onu kafamda belli bir karaktere oturtmamıştım çünkü. Diğer oyunculardan bazıları da ya bilinen ya da kaliteli oyuncular. Pek rolleri var diyemem ama yer alıyorlar işte. Olmasalar olur muydu? Muhtemelen evet. Bu da başka bir anlamı beraberinde getiriyor diyelim.
Kendine ait bir felsefi olmayan ve daha ziyade kişisel rüyası olarak adlandırdığı hedefi ardından giden bir Wonka bu. Ritmik bazı sözler kullanılmaya çalışılmış ama zorlama hissettiriyor. Üstelik bu dönemde sığ gelebilecek bir tarz. Madem esere tümüyle meydan okudunuz neden modası geçmiş bir biçimi benimsemeye çalıştınız, dedirtti bana.
Son olarak oompa loompalar… Daha doğrusu sadece bir tane. Sanki unutulmuş da sonradan eklenmiş gibi, alakasız, gereksiz, bir nokta dışında (ki bu da cidden saçmaydı) hiçbir yerde etkisi olmayan bir karakter. Ne kadar kaliteli olup olmadığına bakılmaksızın bu filmin tadı tuzuydu onlar ama maalesef yok etmişler.
Not olarak: Son filmi kolayca bulamadım. Ne demek istediğimi anladınız. Apple üzerinden kiralayarak izledim. Bunu da ilk defa yapmış oldum. Filmi merak edenlere duyurulur.
Yeter artık, sadede gelelim. Üçünü de izlediğim için mutluyum. Bu şekilde yinelenen filmleri günümüzde hiç makul bulasam da aslında bize dönemsel bi bakış açısı kazandırmada pek etkili oluyor. Üstelik aralarından bu kadar yıl (ve tabii ki nesil ve anlayış) geçtiğinden dolayı bu yorumu yapabiliyorum. Yukarıda saydığım bazı etmenler konusunda nelerin değiştiğini gözlemlemek hem sinema sektörü açısından hem de kültürel bir inşa açısından yararlı ve fikir verici. Hangi dönemde nelere dikkat ettiğimiz, ne konuda ilerlediğimiz, hangi tarzı benimsediğimiz, farklı yönetmenlerin ve oyuncuların ne iş çıkarabileceği gibi hususları fark etmemize olanak sağlıyor.
Puanlama konusu… IMDb’ye göre puanlamaları sırasıyla 7.8 - 6.7 - 7 olsa da benim için 8 - 7.5 - 7 şeklinde oldu. Şunu hatırlamak gerek: Önceki eserler her zaman atılımcı, cesur ve riskli olacak ki sonrakiler “hata”lardan ders çıkaran, döneme uygunluk sunan, eksikleri gideren yapımlar olsun.
3. Black Mirror (Sezon 7)
Evet, bir dizi eşlik etti bu ay. Senelerdir severek takip ettiğim Black Mirror dizinin güncel sezonunun 6 bölümünü iki günde bitirdim. Her bir bölüme tek tek girecek olursam hem yazı uzayacak hem de çok yoracak o yüzden beklenenden kısa tutmayı planladım.

“Black Mirror - Season 7” Movie Poster - Image Source
Bilmeyenler için Black Mirror, 2011 yılından beri devam ediyor. Konu olarak genelde bilim kurgu, distopya, gerilim, korku, drama, gizem, gerilim türünde oluyor. Türlü teknolojik gelişmelerin ağır bastığı yapımlarda aslında esas olay izleyiciyi rahatsız etmek. Mide bulandırıcılıktan bahsetmiyorum. İçinde yaşadığımız durumla benzer veya ileride yaşamamızın muhtemel olacağı durumlara dair bir öngörü sunuyor ve bunu tüm çıplaklığıyla yapıyor. Elbette iyi yönlerin olduğu kadar kötü, korkunç, güvensiz durumların da yaşanabileceğini hatırlatıyor ya da önceden haber ediyor. Bence bu, bahsedilen etmenlere farklı yönden bakmamıza ve düşüncelerimizi yeniden şekillendirmemize yardımcı bir anlatı sunuyor.
Sürpriz kaçırmadan nasıl anlatacağımı bilemiyorum bu yüzden çok detaya girmek istemiyorum. Hepsi birbirinden farklı olan 6 bölümde nelerin ele alındığını birer cümleyle açıklamayı yeğliyorum.
İlk bölüm, hayata bilimsel olarak döndürülen bir insanın yaşamına devam ederken kapitalist yapının onun ve sevdiklerinin yaşamına getirdiği zorlukları anlatıyor.
Yaşamak için premium hesaba geçiniz.
İkinci bölüm, bildiklerimizi tekrar sorgulatıyor. Kelimenin tam anlamıyla, az önce okuduğumuz cümleyi tekrar okutuyor bir havaya büründürüyor bizi. Hatta bunun ötesine geçiyor ki asıl merak uyandıran kısım burası.
Ama nasıl olur? Bunun böyle olmadığına emindim!
Üçüncü bölüm, siyah beyaz bir anlatı. Monokrom bir diyara adım atıyoruz. Eski bir filmin içinde buluyoruz kendimizi. Yine, kelimenin tam anlamıyla.
Tanıştığıma memnun oldum, yeşilçam.
Dördüncü bölüm, bir oyundan kareye ev sahipliği yapıyor. Ancak anlatı bir oyunun ötesine geçiyor, canlılık kazanıyor.
Sims’te öldürdüğüm tüm karakterlerden özür dilerim.
Beşinci bölüm, bu defa fotoğraf karelerini bir araya getiriyor. Nostaljiden ipuçları yakalamaya, onları bir araya getirmeye ve birini bulmaya çalışıyor.
Yıllar geçse de üstünden, bu fotoğraf seni unutur mu?
Son bölüm ise dördüncü sezondaki ilk bölümün devamı. Yanılmıyorsam bu tarz bir eklemeyi ilk defa yaptılar ve ilginç bir görüş sağladı. Tehlikeli bir oyunun içine hapsolan uzay mekiği tayfası ve gerçekteki benliklerinin yaşadıkları. İzlemeye kararlıysanız öncesinde 4. sezon 1. bölümü izlemenizi öneriyorum. Ayrıca Cristin Milioti harika bir kadın.
“Sonsuzluk ve ötesine!”
Her bölümü bir saate yakın olan Netflix dizisinin 18+ olarak ele alındığın belirtelim. Puanlara gelecek olursak her bir bölümün ayrı ayrı puanlaması var. Ancak ben genel bir sezon puanlaması yapma taraftarıyım ve 9 veriyorum. Keşke vaktim olsa da tüm sezonları baştan sona tekrar izlesem.
Nisan böylesine renkli ve seyir zevki yüksek biçimde geçti. Belki sizler de bazılarını merak eder ve izleme listenize dahil edersiniz. İzledikleriniz hakkında konuşmak isterseniz burada yorumlayabilir veya özelden yazabilirsiniz. Mayıs ayında görüşmek üzere iyi seyirler dilerim.







Comments