2025-Şubat’ta İzlediklerim (2 Film-3 Animasyon)
- Sarnav
- Feb 21
- 6 min read
Şubat ayı film değerlendirmelerimle geldim. Birbirinden hoş film ve animasyonlara vakit ayırdım. Hatta ilginçtir ki, ilk defa, hiç izlemediğim eserlere yer verdim. Yani hiç tekrara düşmedim, sadece yenileri deneyimledim. Bakalım bunlardan kaçını biliyorsunuz ya da izlediniz.

Photo by Joshua Hanks on Unsplash
Şubat Sineması
1. Everything, Everywhere, All At Once (Her Şey, Her Yerde, Aynı Anda)
Gösterime girdiği 2022 senesinde sükse yapan ve benim de ilgimi çeken bir filmdi bu. Sürekli olarak erteledim ama bu aya kısmetmiş. Öncelikle ismiyle sizi garip bir yere alıp götürüyor. Akla çok kalabalık ve karmaşık bir film algısı oturtabilir başta. Fakat merak etmeyin, izlemesi pek zor sayılmaz.
İki saati biraz aşkın bu film aslında görece akışkan sahnelere sahip. Adındaki gibi üç bölüme ayrılarak anlatılıyor. Ana karakterle beraber başımıza nelerin geleceğini izliyoruz çünkü o da olacaklardan bizim kadar habersiz. En azından filmin ilk yarısına kadar.

“Everything Everywhere All At Once” Movie Poster - Image Source
Filmin konusu bütün evrenleri kurtarmak etrafında şekillendirilmiş. Bu bağlamda çoklu evren teorisi esas alınmış. Teori der ki, teknik olarak, bizim de içinde bulunduğumuz başka evrenler (ya da anlamayı kolaylaştırmak açısından “yaşamlar” diyelim) vardır ve bunlar, illa ki bizim bildiğimiz fizik kuralları ile var olmak zorunda değillerdir. Kaldı ki işi ilginç kılan kısım tam olarak burası.
Üzülmeyin, ne bu yazı ne de film bir fizik dersi niteliğinde değil. Aksine gidişat gayet eğlenceli. Çünkü bahsedilen evrenler bize uç noktalardan, beklenmedik, akılcı ve komik fırsatları görmemizi sağlıyor. Bir müddet sonra durumun farkına varan karakterlerimiz de kendini tanımaya ve evrenler arası benliklerini tek bir vücutta toplayıp kullanmaya başlıyor.
Mizah, macera, bilim kurgu, fantezi derken hepsinden tadıyoruz ama hiçbir kategoriye tam anlamıyla sokamıyoruz. Böylece nereye çekersek orada kalıyor ve belki de izlenebilirliğini artırmış oluyor.
Yedi (7) Oscar Ödülü kazanan bir eserden bahsettiğimizi hatırlatmak gerek. 13+ olan filmin IMDb puanı da 7.8 olarak görülüyor. Aslında puan biraz çelişkili görünebilir. Ama izledikten sonra yorumladığımda ben de çok üst bir noktaya koyamadım. Hatta benim puanım 7 oldu ama 7.5 da diyebilirim. Yani film iyi ama bende oturmayan önemli noktalar var demek bu.
Neden olarak ise bu denli fazla temaya değinmelerini öne sürüyorum. Sanırım etkisi benim üstümde işe yaramadı. Belli bir tanesine bağlanarak kimliğini oluşturmalıydı. Ek olarak, sürpriz kaçırmak istemiyorum ama ana karakterimizin ulaşmak istediği sonun gidişatı (yani aslında bütün o süreç) bence farklı bir şekilde seçilmeliydi, başka bir tema üzerinde kurgulanmalıydı. Pek bayat ve ucuz buldum. Hatta bir genelleme yapmam gerekirse tipik Asya aile kültürüne özgü olduğundan klişeleşmiş geldi. Daha iyi bir çözüm yolu bulunsaydı ve bunu sağlarken ilgili karakterlere daha kaliteli bir rol biçilseydi... Tekrar izler miyim? Belki beş-altı sene sonra.
2-4. Memories (Anılar) Animasyon Serisi
Bu seriyle beni tanıştıran Pınar’a teşekkürü borç biliyorum. İyi ki izlemişim dediğim üç animasyon filmi oldu. “Memories” adıyla anılan üçleme, 1995 yapımı ve Japon sinemasından. Her biri 13+ olarak etiketlendirilmiş. Bence anime ve animasyon filmlerinin en başarılı ve kaliteli olduğu seneler de 70’ler, 80’ler ve 90’ların yapımları.
IMDb puanları sırasıyla, 8.2 - 7.1 - 7.1 olan yapımlar için ben de 9’ar puan veriyorum. 10 veremedim çünkü daha uzun olmalarını dilerdim. Orası işin şakası tabii. Şimdi tek tek inceleyelim.

“Memories” Movie Poster - Image Source
Magnetic Rose (Manyetik Gül)
Başlangıcı 45 dakikalık bu bölüm ile yapıyoruz. Uzaydaki bir maceraya tanıklık ediyoruz. Görevlerini bitirip dönüş yapmak üzereyken gelen bir yardım sinyaline kayıtsız kalmayan ekip, sinyalin bulunduğu yere erişince gözlem için iki arkadaşlarını yollar. İçinde bulundukları 2092 senesine hiç uymayan ve on yıllarca öncesinden bir manzaraya tanıklık ettikleri bir Avrupa şatosunda bulurlar kendilerini. Ancak burası elbette sandıkları gibi bir yer değildir ve onları hoş olmayan sürprizler bekliyordur. İçinde bulundukları yer hologramlarla şekillenen bir gemidir ve görünen o ki geminin sinyali işe yaramıştır. Avını kendine çekebilmiştir.
Gizem, dram, gerilim ve bilim kurgu öğelerini işleyen eser beni çok cezbetti. Harika bir başlangıç saydığımdan kendine bağlaması gecikmedi.
Stink Bomb (Koku Bombası)
Bu defa 40 dakikalık bir seyre davetliyiz. Japonya’da geçen olay bilimsel bir deney üzerinden şekilleniyor. Pek şanssız olan ana karakterimiz bir ilaç firmasında çalışan laboranttır. Hasta olduğu için aldığı ilaç, sandığından çok değişik bir etki yaratır. Nezlesini geçirir belki ama asıl olay bambaşkadır. Artık kimse onun yanına yaklaşamaz çünkü herkes anında can vermeye başlar. Uykuya dalıp uyandığında tanıdığı herkesi yerde yatarken bulan karakterimiz, olanlara bir türlü anlam veremediğinden yardım edecek birilerini arar. Bu yüzden de tüm Tokyo’yu keşfe çıkar. Fakat içine işleyen ölümcül koku da onu takip eder. Bu durum ulusal çapta bir problem oluşturmaya başlar ve ABD dâhil tüm Japonya’yı devreye sokar.
Bilim kurgu türünün içine yedirilmiş bir komedi ve gizem animasyonu bence Koku Bombası. Elbette karakterimizin etkisiyle şanssız sona kavuşanların akıbetini düşündükçe buna bir de korku etmeni eklemek yanlış olmayacaktır. En merakta bırakan kısmı ise sonuydu.
Cannon Fodder (Ölüme Giden Askerler)
Yaklaşık 20 dakika kadar olan son animasyon diğerleri kadar uzun olmasa da anlatımı pek etkiliydi. Kendine ait bir sahne tasarımı, çizimi ve anlatısı olması çok hoşuma gitti. Yetişkinler için oluşturulmuş bir masal kitabına benzettim. Bilim kurgu, savaş, siyaset, gizem, psikoloji ve yergi içeren net bir yapım olduğunu düşünüyorum.
Devasa silahlar ve toplarla bezenmiş bir şehir var karşımızda. Vatandaşların her biri, yaş ve cinsiyet fark etmeksizin ne yapması gerektiğini bilen makineler gibiler. İtaatkâr olarak şehrin savaşında rol oynamaya çalışıyorlar. Aslında ne yaptıklarından haberdar değiller fakat aksamaya sebep olmak istemeyen ve korku ikliminde yaşayan bireyler onlar. Bir aileye konuk oluyoruz. Çocuk okuluna gidiyor ve hayali, evdeki tabloya bakıp iç çektiği üzere, bir gün günlük top atışlarını yapabilmek. Anne, diğer kadınlarla beraber mühimmat üretim bandında çalışırken baba da top atışı için hazırlanan gülleleri yerleştiren takımın içerisinde debeleniyor. Müthiş ve ağır bir sekans eşliğinde şehrin ne için uyuyup uyandığını görüyoruz burada. Hepsi, her gün yapılan o şiddetli ve gürültülü top atışını başarıyla sağlamak için yaşıyorlar. Bunu yapan üstün görünümlü görevli de sadece ateşlemeyi sağlıyor. Böylece halk, orada, uzakta bir yerlerde, daha önce hiç görmedikleri düşmana karşı bir zafer daha elde ettiklerini düşünerek mutlu bir şekilde yatağına gidebiliyorlar. Ancak şüphe tohumları da vardır. Düşman kim? Düşman var mı? Atış isabetli mi? Yaşam bundan mı ibaret?
5. Finding Neverland (Düşler Ülkesi)
Bu defa da Evaluna’nın tavsiyesine kulak verdim ve söylediği birkaç filmden birini seçtim. Bu filmi seçmemin sebebi tabii ki adı oldu. Çünkü filmi duymamış olsam da filme ilham olan kitabı duymuş ve çocukken de okumuştum. Yine de tekrardan okusam hiç fena olmaz. Malum, eskiden okuduğumuz birçok eser yetişkinlikte farklı şekillerde iz bırakabiliyor.
2004 yapımı eser neredeyse 2 saat olmasına rağmen zamanın nasıl geçip gittiğini hiç anlamadım. Ailenizle izleyebileceğiniz ve mutlaka tavsiye ettiğim filmde özellikle Johnny Depp en doğru seçimmiş gibi geldi bana. Yer alan çocuklar da (özellikle Peter) harika oynuyorlar.

“Finding Neverland” Movie Poster - Image Source
Bay Barrie (Johnny Depp), bir oyun yazarıdır ve tanınmış olmasına rağmen son tiyatro oyunu başarılı geçmemiştir. Ününü yitirmeye tutan yazarın eşiyle de arası iyi değildir. Parkta kafasını toplayıp yeni oyunu için not alırken bir grup çocuk ile tanışır ve onların oyun stilini merak eder. Anneleri Slyvia Davies (Kate Winslet) ile de o an tanışır. Barrie hayalperest biridir ve çocukların da böyle olması gerektiğini düşünür. Onlara bunu aşılama gayesini edinir kendinde. Farklı yaşlardaki bu dört çocuk zamanla onlara alışır. En zorlu olan ise Peter’dır. Babalarını yeni kaybettikleri için Barrie onda iyi bir iz bırakmaz ve kendince bunu kabul edemez. Yine de meraklıdır ve üstüne üstlük Barrie gibi hayal kurmayı sever.
İçine kapanık ruh hallerini ve babalarının kaybetmenin verdiği burukluğu Barrie ile sarmalayan çocukların annesi ise bu münasebette bir ikilemdedir. O dönemlerde dul kalmış bir kadına böylesine yaklaşan evli bir adamın niyeti çevrede farklı konuşmalara sebep olur. Tüm bunlara ek olarak Bayan Davies hastadır ve tedavi için artık çok geçtir.
Barrie, onlarla geçirdiği vakitte ilhamını yeniden kazanır ve onların hayatını kendi hayalleriyle süsleyerek bir oyuna döker. Olumsuz gelişmeler peşini bırakmasa da bu kurgusuna güvenir ve oyunu sahneye sokar. İzleyenlere bir de sürprizi vardır. Günün sonunda oyun çok sevilir ve herkesin gönlünde Neverland (Düşler Ülkesi ya da Varolmayan Ülke) denilen hayali diyar çocuksu bir iz bırakır.
IMDb puanı 7.7 olan bu film için 9 veriyorum ve ileride çocuklarımla mutlaka izlemek istiyorum.
Her ay en azından üç adet film izlemeye çalışıyorum artık. Bu sayı artsa da kendime bir alt limit çekmek istiyorum. Tabii bunu keyifle yapabilmek en önemli kısım. Görüyorum ki, yeni yapımlar izlemek de hayatın bir parçası. Karakterim içgüdüsel olarak bildiklerime yönelme ihtiyacı güttüğünden her zaman başaramasam da, tavsiyeleriniz doğrultusunda bunu en iyi hale getirmek mümkün. Böylece en sevdiğiniz yerli, yabancı, animasyon filmlerden tavsiyelerde bulunursanız mutlu olurum. Hepsine yetişemezsem bile mutlaka izleme listeme ekliyorum. Şimdiden teşekkürler.







Comments