top of page

Edebiyatın Sahte Parlaklığı

  • Writer: Sarnav
    Sarnav
  • Oct 13
  • 4 min read

Geçen hafta tükettiklerimizi dengeleyecek bir üretime odaklanmak adına bir yazı yazmıştım. Şimdi daha çok tüketim yönünü ele almak istiyorum. Üstünde kafa yorduğum konu ise edebi anlamda yer alan klişe (basmakalıp) ve popüler (halkça tercih edilen) eserlerin tüketimi.


Beğenimizin dışında olan veya tüketme gereği/isteği duymadığımız popüler herhangi bir eser, dönüp dolaşıp mutlaka önümüze çıkabiliyor. Devamlı olarak reklamlarına maruz kaldığımız eserler, yazarlarına bir garezimiz olmamasına rağmen bizleri soğutabiliyor. Bu noktada merakımızın çelinmesinden ziyade sürekli bir reddediş içerisinde yer alabiliyoruz. Hatta belki de okusak beğeneceğimiz bu kitaplar, (edebi eserlerin yanı sıra diğer sanatsal ifadelere de uyarlanabilir) sırf popülerliğin abartılı yönü bize gösterildiği için artık eskisi kadar ilgi çekici gelmeyebiliyor. Kişinin isteği dışında yapılan bu dayatmalar olumsuz sonuçlar doğurabiliyor, tarafımızca aksi bir duyguyla karşılanabiliyor ya da ön yargılarımızı körükleyebiliyor.


Bir başka neden olarak belki de eserin zamanında bu kadar popüler olmayışı ve kişisel arayışımızın sonucunda karşımıza çıkışını gösterebiliriz. Belki onu sahafta rastgele görmüşüzdür veya bir nedenden ötürü kıyıda köşede kalan hoş bir kitaptır. Ancak bir noktada herkesin diline düşerse artık bize özel hissettirmeyebilir. Bazıları, kişisel anlamda önemli bulduklarını diğerlerinden sakınırlar. Eserin popülerliği bu durumda ters bir etki yaratabilir.


ree

Photo by Nong on Unsplash


Klişe ifadesine baktığımızda da benzer bir yapı görebiliriz. Öncesinde belirtelim, iki ifade birbirini içinde barındırmaz. Popülerlik klişeyi ya da klişe popülerliği doğurmak zorundadır diyemeyiz. Fakat iç içe geçebilecek alanlar yaratabilirler. Yani bunu bir Venn şeması gibi düşünmek daha mantıklı. Kesişim kümesinde kalanın vay haline.


Örnekleri ilginizi çeken bazı diğer sanat eserlerine de uygulayabileceğinizi hatırlatayım. Varsayalım ki sevdiğiniz bir türde okuma yapıyorsunuz. Hatta somut bir örnek verelim ve buna dedektif/polisiye türü diyelim. Yazarın düşünce biçimi, yazılan dönem, özgün dil gibi bazı özellikler yazılanları diğerlerinden ayırmak açısından öne çıkacaktır. Böylece değişik tarzlara denk gelecek ve belki gözde eserlerimiz oluşacaktır. Bu okuduklarımız arasında popüler olanlar kadar olmayanlar da bulunabilir.


Şimdi bu okuduğumuz eserlerin benzer şekilde hareket eden yapılarının olduğunu, bazı kalıp cümleler ve anlatı biçimlerini içerdiğini, felsefesinin de en nihayetinde ortak sayılabilecek noktalara çıktığını düşünelim. Örneğin, katilin hiç beklenmeyen birisi olması, dedektifin tamamen şans eseri bir ipucuna denk gelmesi ya da abartılı ve yersiz fakat zeki çıkarımlar yapması. Artık burada, birbiri ardına izleyen ve bahsedilen önemli ölçütlerinin önüne geçen basmakalıp durumla karşılaşıyoruz. Bu yapıya sıkça maruz kalırsak türe ara vermemiz bile kaçınılmaz olabiliyor.


Kaldı ki, soluklanalım ve bu sefer tüketenden ziyade üreten olduğumuzu varsayalım. Bu türde bir eser yazmak istesek popüler olan kitapları inceleyecek, yazarların hangi konuları nasıl ele aldıklarını araştıracağız. Devamında da belki alışık olunan şekliyle hareket edip klişe edebiyata bir başkasını ekleyeceğiz ya da özgün bir fikirle kaleme almak adına çabalayacağız. Türe karşı iştahı bulunan hevesli yazarlar kendi düşüncelerini özel bir biçimde ele almak isteyeceklerdir elbette. Bu da kalıpların dışına çıkmak için bir adımdır. Fakat bu durum, daha iyi bir eserin inşa edileceğini garanti eder mi? Bazen bilinen kalıpların üstünde de şahane işler yaratılabilir. Seçim size ait.


Gördüğümüz gibi buradaki konu, popüler veya klişe eserlerin yeterli ya da yetersiz oluşları değil. Onların sıklığı da aslında gayet anlaşılabilir bir konu. Her ne kadar tekdüze ve benzer hissettiren konular ya da temalar bıktırıcı olsa da, iyi bir okur olmak için tercihlerimizin, beğenilerimizin neler olduğunun farkındalığıyla hareket etmeliyiz. Ve önceki paragrafımdaki örnekte de yer aldığı gibi, bu husus tüketim huyumuza olduğu kadar üretim bilincimize de yansımalı.



Peki ya okuduklarımızdan öte, çevremizdekilerin etkisi nedir? Çünkü bana kalırsa burada en sinir bozucu durumlardan biri eserlerin varlığından ziyade insanların hareketlerinde yatıyor. Önemli bulduğum birkaç konuyu daha belirtip sonlandıracağım.


Popüler eserlerin güzel yanı herkese tavsiye edilebilir olmasıdır. Adı üstünde, halka hitap eder. Özellikle kitap okumaya yeni başlayan kişiler için ideal görünebilir. Fakat kitap okuyan birine popüler bir kitap sunmak da mantıksızdır. O kişi, bahsedilen kitabı okumamış olsa bile varlığından haberdardır. Bu, “Bahsettiğin kitabı nereden bulabilirim?” sorusuna, “Google’da arat” demekle eş değer bir durum. Bunu zaten biliyorum, bana bu tahmin edilir cevabı verme. “Küçük Prens” ya da “1984”ü hemen hemen herkes okudu. Peki bize tavsiyeyi veren gerçekten okudu mu acaba?


Kısacası insanların yersiz tutumları hem bir kitabı (okumasalar bile) üne kavuşturabiliyor hem de (okumasalar bile) okumuş havalarına bürünmelerini sağlayabiliyor. Bu, esere ya da yazara atfedilecek bir durum değil; insanın eksik kalmama isteğinin (bir şeyleri kaçırma dürtüsü - “fomo”) sonucu olarak ortaya çıkan bir durum. İnsanların sırf sosyal medya hikayelerinde gördüğü için hiç tarzı olmayan yazarları ve eserlerini okuması bundan dolayı gerçekleşir. Başka bir örnek olarak, yayınevlerinin sırf Nobel Edebiyat Ödülü aldığı için yazarın tüm kitaplarını çevirmesi ya da onları yıllar sonra yeni basımları eşliğinde tekrar yayımlaması, yukarıda söylediklerimizle benzer özellik taşıyor. İkisi de sahtelik barındıran, birey için psikolojik, marka için finansal bağlamda kişisel çıkarlar barındıran ve sonucunda da hakiki ve samimi okurları kendilerinden uzaklaştıran yapılar. Bu tarz klişe hareketler, klişe kitap tavsiyelerinden daha yıpratıcı.


Tam bir sene önce Nobel Edebiyat Ödülü yazısını kaleme almışım. Geçen bir sene boyunca her yerde 2024 Nobel Edebiyat Ödülü kazananı Han Kang’ı ve eserlerini gördüm. Hatta “Vejetaryen” kitabını da okudum. Bu senenin ödülünü ise Avrupalı (bahsettiğim yazımda üstünde durduğum esas konulardan) erkek (kadın yazarlar bu ödülü hiçbir zaman üst üste kazanamadı) yazar Laszlo Krasznahorkai kazandı. Bakalım onun adını Han Kang kadar duyacak mıyız yoksa karışık görünümlü adını söylemekten çekinenler bizi rahat bırakacaklar mı? Yayınevleri, umarım elinizi çabuk tutuyorsunuzdur. Nobel ödülü sonrası artan satışlardan geri kalmak istemeyeceğiniz türden klişe bir fırsatınız varken değerlendirin.

 
 
 

Comments


Let Me Know What You Think

Thanks for submitting!

© 2023 by Sarnav. Powered and secured by Wix

bottom of page