Geleceğin Keşfi
- Sarnav
- Aug 11
- 5 min read
13 Ağustos’ta vefat eden Herbert George Wells (1866-1946), bilim kurgunun öncüsü ve geleceğin vizyoneri olarak kabul edilir. Ölümünün üzerinden 79 yıl geçmiş olmasına rağmen, yüz yıldan önce yazdıklarıyla geniş kitlelere ilham vermiş, bilim ve teknoloji alanında güçlü tahminlerde bulunmuş bir yazardır. Gerek döneminin distopik ve ütopik anlatıları, gerekse geleceğe dair akıl almaz kurgularıyla, onu anarak insanlığın zihnindeki “gelecek” fikrine değineceğiz.
İçinde bulunduğumuz çağı hep “modern zaman” olarak adlandırırız, ancak yalnızca geriye dönüp baktığımızda dönemlere isim verebiliriz. Bir düşünün, çocukluğumuzdan bu yana geçen onlarca yılda insanlık büyük ilerlemeler kaydetti. Dolayısıyla bu dönemlere verdiğimiz isimler de çokça değişti. Önce “teknoloji çağı” dedik, ardından bilgisayarların erişilebilirliği ve kullanışlılığı bu döneme adını verdi. İnternetin topluma yayılmasıyla çağın adı bir kez daha değişti. Şimdilerde ise yapay zekânın yükselişi nedeniyle benzer bir tanımlama yapmak oldukça anlaşılır. Teknolojiden bilgisayara, internetten yapay zekâya uzanan bu süreçte, toplumun deneyimlediği en etkili atılımı çağdaş ve güncel kabul etmeyi sürdürüyoruz.
Sürekli gelecek tahminleri yaparız, ancak bunu bireysel yaşamlarımızı kökten değiştireceği düşüncesiyle değil, genellikle genel varsayımlar üzerinden yaparız. Soyut bir kavramı yine soyut bağlamlarla şekillendirmeye çalışırız. “O tarihte, bu şey, şöyle olacak” türünden ifadeler çoğu zaman havada kalır. Üstelik bu tahminler gerçekleşmezse sorun olmaz, çünkü bizler bilirkişi değiliz; gerçekleşirse, bunu öngörmüş olmanın heyecanı merak duygumuzu canlandırır ve geleceğe daha büyük bir ilgiyle bakmamızı sağlar.
Kimimiz geleceği edebiyat yoluyla ifade eder. Tıpkı Herbert George Wells, çağdaşları ve onlardan ilham alan diğer öncü yazarlar gibi. Onlar, bizim günlük tahminlerimizin ötesine geçen fikirler üretmekte başarılıydılar. İşte “ileri görüşlü” ifadesinin tam karşılığı burada yatıyor. Bu, tam anlamıyla bir meslek olmasa da, bazılarının fikirleri daha geçerli, makul ve günümüzde gerçeğe dönüşmüşken, diğerlerinin düşünceleri çoğu zaman göz ardı edilebiliyor.
Yazarlar, hayal gücünün güçlü aracını özgürce kullanırken, akademik bir arka planları varsa bunu bilimsel görüşlerle harmanlamayı başarır. Bu yaklaşım, tamamen iyimser yaklaşımlardan kaçınmalarını, tozpembe hayaller kurmamalarını sağlar. Hatta ütopyalar inşa etseler bile, distopyaya dönüşebilecek sonları öngörebilirler. Kurguda bile gerçekçi kalabilmeyi sağlayan çok zorlu olduğuna inandığım bir süreç bu.
Öne çıkan teknolojiler her zaman heyecan uyandırır. Eğer halk için yeterince basit ve günlük kullanıma uygun hale gelirse, etkisi büyük olur. En azından başlangıçta böyledir; sonrasında bu teknolojilere çabuk alışırız. İnsanlığın evrimsel olarak teknolojik gelişmelere uyumu oldukça yüksektir. Bunun zihnimizde giderek normalleşeceğini öngörebiliriz; belki de bu sürecin içindeyizdir.
Gelecek denildiğinde akla genellikle teknolojiyle ilgili her şey gelse de, durum bundan ibaret değil. Bilimsel yenilikler geleceğe ışık tutsa da, popülerleşmeyen ya da günlük algıyı değiştiremeyen çalışmalar yalnızca ilgili bilim dalının camiasında kalır. Bu nedenle geleceği şekillendiren en önemli etmenler, basitlik ve günlük kullanıma uygunluk sağlayan, satın alma dürtümüzü harekete geçiren ve üreticilerinin bu farkındalıkla piyasaya sunduğu teknolojik ürünlerdir.

Photo by Hasnain Sikora on Unsplash
Çocukluğumuza dönelim. Kim bilir kaç kez, yeni bir teknolojiyle karşılaştığımızda ya da sahip olduğumuzda “Ne kadar gelişmiş!” dedik. Sayısız kez, eminim. İşin ilginç yanı, teknolojinin üstel bir şekilde büyümesiyle bu hayreti sık sık yaşamaya başladık. Bu, kaçınılmaz bir dönüşüm oldu.
Öte yandan, çizgi filmleri hatırlayalım: Robotlar, uçan daireler, bir çırpıda pişen yemekler… Şarkılara bakarsak, tekdüzelikten sıyrılarak sanki gelecekten gelmiş gibi elektronik seslerle doldu ve yeni tarzlar ortaya çıktı. Video klipler ve filmler bilgisayar destekli hale geldi. Başlangıçta ilkel görünseler de bunları umursamadık; yeterince gelişmiş, ufuk açıcı ve geleceği şekillendiren yapımlar olduklarını düşündük. Şimdi bunların her biri ne absürt, ne saçma, ne de komik geliyor. Yakın gelecekte de muhtemelen aynı döngüye gireceğiz, çünkü on yıl öncesinin görsel yapımları için bile söylüyoruz bunu.
Bence geleceği şekillendiren yıllar 80’ler ve 90’lardı. 2000’li yılların başında da bu dönüşümü derinden yaşadık. Hatırlayalım: Bilgisayarlar ve ardından gelen devrim niteliğindeki internet, toplumu hızla etkisi altına aldı. Dünyanın her yerinde işler bilgisayarla yapılmaya başlandı, program kullanma becerisi için sertifikalar alındı, sanat teknolojik araçlarla üretilmek istendi. Elimizdeki her şeyi bu yeniliklere uyarlamaya çalıştık. Görsel ve işitsel eserler de bunun örnekleriydi. Üstelik dilimize “gelecekten gelen” çağdaş terimler eklendi: “Sanal âlem”, “dijital”, “veri”, “forum”, “elektronik posta”, “hack”, “avatar” ve “siber” gibi yabancı kelimeler hızla lügatimize girdi. Bunları er ya da geç benimseyerek kendimizi çağdaş hissettik.
Hayal gücümüzle oluşturduğumuz geleceğe dair yorumlar ve eserler, sıra dışı olmaya başladığında fiziksel biçimlere de büründü. Soğuk Savaş dönemine denk gelen “uzay çağı” ile birlikte, sürekli konsept tasarımlar ve eserler üretmeye yöneldik. Bunlar genellikle işlevsel olmasa da, geleceğe göz kırpan zihinsel ürünlerdir. Bence birçoğu oldukça etkileyici. Bu, çağdaş sanatı körükleyen bir etmen midir, bilinmez; ancak bu ayrı bir tartışma konusu.
Oysa edebi bağlamda teknolojik atılımlara baktığımızda oldukça ilgi çekici örnekler görürüz. Herkes, Wells’in “Zaman Makinesi” (1895) eserindeki zaman makinesinin henüz yapılamayacağını biliyor. Ancak “Efendi Uyanıyor” (1899, “Uykudaki Uyanıyor” adıyla da basıldı) kitabındaki tabletler ve dev reklam panoları, “Ay’daki İlk İnsanlar” (1901) eserindeki ay yolculuğu, “Dünyalar Savaşı” (1898) kitabındaki lazer teknolojisi ve biyolojik savaş örnekleri ya da “Dr. Moreau’nun Adası” (1896) eserindeki genetik mühendislik ve biyoteknoloji ile hayvan melezleme fikirleri ya hayata geçirildi ya da üzerinde çalışılmaya devam ediliyor.

Photo by Lucrezia Carnelos on Unsplash
Öte yandan, aceleci ve yazarlarda bulunan hayal gücü-gerçekçilik dengesini kuramayan, kazanç ya da üretim odaklı üreticiler, bazı teknolojilerin gelişimini engellemiş bile olabilir. Örneğin, sanal gerçeklik gözlükleri aslında sandığınızdan çok daha eski bir teknoloji. On yıllardır farklı biçimlerde üretilse de, bir türlü başarılı olamadı. Fikir etkileyici, sinema uyarlamaları merak uyandırıcı, edebi eserlerde yer alıyor ve ara sıra çıkan haberler umut veriyor. Ancak sonuçta, geçerliliği düşük ve dönemsel bir heves olmaktan kurtulamadı. Bunun nedenleri tartışılabilir: Fiyatı, erişilebilirliği, yan etkileri, hantal yapısı, diğer teknolojilerle uyumsuzluğu ya da mevcut teknolojik düzende öncelikli bir değere sahip olmayışı gibi. Peki, geleceği keşfettiğine inanan bu üreticiler bu durumu nasıl değerlendiriyor?
Açıkça görülüyor ki, gelecek, herkes için erişilebilir her şeyle ilgilidir. Eğer dünyanın herhangi bir yerindeki bir birey bir teknolojiyi kullanamıyor, erişemiyor ya da hakkında bilgi sahibi değilse, bu ürünün ne günümüze ne de geleceğe ait olduğunu söyleyebilir miyiz? En ücra köşelerde bile radyo vardı; televizyonlar bir dönem pahalı olsa da birlikte izlenirdi; bilgisayarlar önce okullara, sonra evlere girdi; donanım parçaları çocukların elinde dolaştı. Ve şimdiyse herkes potansiyel bir yazılımcı. Peki, aramızdan kaç kişi sanal gerçeklik gözlüğü kullanıyor ya da sahip?
Değindiğimiz gibi, insanlık naif bir çocuk edasıyla gelecek hakkında tahminlerde bulunmayı seviyor. Ancak geleceği şekillendiren yapılar giderek çözüm odaklı hale geliyor diye düşünüyorum. Herkes çocukken uçan arabaları düşlerdi. Zaten arabalar varken insanoğlu bunları daha ileri taşıma hayali kurardı. Bunu, “öyle olmalı” diye değil, sırf heyecan verici bir fikir olduğu için düşünürdük. “Öyle olsaydı nasıl olurdu?” sorusu ağır basardı.
Bence bu duygulu yaklaşımı kaybettik ya da iyimser bakarsak kaybetmeye başlıyoruz. Elbette teknolojinin kötü olduğu mesajını vermiyorum; bu saçma olur. Kim olursak olalım, teknolojisiz yaşamak hepimiz için zor. Ancak geleceğe bakarken geçmişteki düsturu ve (kaliteli yazarlarda olduğunu değindiğim) dengeli yaklaşımı değil, üreticilerin kurduğu düzene katkı sağlayan, merak yerine amaç odaklı bir gelişmenin içinde gibiyiz. Yine de yeni teknolojilere ayak uydurmak için çabalıyoruz. Bu çaba, bazen bir zorunluluk haline bile gelebiliyor, çünkü istemesek de teknolojiler bir şekilde bizi “buluyorlar”. Belki de yanılıyorumdur. Yorumlarınızla katkı sunabilirsiniz.

Photo by Possessed Photography on Unsplash
Wells ve diğer hayalperestler, söz konusu eserleri olumlu ya da olumsuz olsalar bile fantezilerinde aşırılığa kaçmamaya özen gösterdi. Uzayın derinliklerine ya da yüz binlerce yıl sonrasına gittiklerinde bile, anlattıkları uyumlu, kabul edilebilir, ancak zamanın ruhunu aşan hikâyelerdi. Esas nokta bana kalırsa bu olmalı: Geleceğe ait hissettiren gelişmeler, herkes için erişilebilir olduğunda toplumda kalıcı bir etki bırakabilir ve gelecek algısını şekillendirebilir.
Düşüncemi soracak olursanız bir sonraki aşama robotik gelişmeler üzerinden şekillenecek gibi görünüyor. Wells’in döneminde henüz “robot” kelimesi kullanılmasa da, mekanik araçlara ilgisi eserlerindeki çeşitli araçlardan belliydi: Mekanik savaş makineleri olarak tanklar, uzay istilasında silahlandırılmış dev tripodlar ya da bir ya da kişilik atfettiği dev bir jeneratörü anlatan eserleri mevcut. Bu konu hakkında ona ve Asimov’un eserlerindeki öngörülerine hak veriyorum. Göreceğiz ki, yakın gelecekte “robot çağı” yerdeki küçük süpürgelerin ötesinde bir hareketlilik ve endişe yaratacak.







Comments