top of page

Unutmak Anımsatır

  • Writer: Sarnav
    Sarnav
  • Aug 26
  • 3 min read

Bradbury’nin Satırlarında Belleğin İzleri

22 Ağustos 2025’te, bilim kurgu ve edebiyat dünyasının devi Ray Bradbury’nin 105. doğum yıl dönümüydü. Okuma tutkumun ve yazma hevesimin ilham kaynağı olan yazarı bu yıl da anmak istedim. Bu vesileyle, hepimizin sıkça yaşadığı bir deneyime, unutmaya, değinmek istiyorum. Bradbury, kitapların ve hikayelerin insan ruhunun aynası olduğunu, onların yakılmasının ya da unutulmasının bir uygarlığın ruhunu yok edebileceğini güçlü bir şekilde anlattı. Ancak hepimizin günlük yaşamında karşılaştığı bir gerçek var: Okuduğumuz kitapların satırları, izlediğimiz filmlerin sahneleri zihnimizde soluklaşabiliyor.


Çoğumuz bir şeylerin aklımızdan uçup gitmesini sinir bozucu bulur. Tam ihtiyacımız olan anda o adı anımsayamayız. Buna şaşırır hatta üzülürüz. Oysa bu durum, aslında bir lütuf da barındırır. Acı anıları geçmişte bırakan da yine bu silikleşmedir, ne mutlu ki.


Bu yazıda hayatın geneline değil, tükettiğimiz eserlere odaklanmak istiyorum. Yani, keyifle izlediğimiz bir dizinin kahramanının adını anımsayamayıp buna hayıflanmaktan söz ediyorum. Belki de birkaç kez okuduğumuz bir romanda, asla unutulmaz sandığımız isimlerin ya da çarpıcı kelimelerin zihnimizden uçup gitmesinden bahsediyorum.


Bu anlaşılır yakınma, bende bazen eserlerin başlıklarında ya da sevdiğim yazarların adlarında bile beliriyor. Elimdeki romanın yazarını anımsayamadığımda şaşkına dönüyorum. Bazen kendimi test ediyorum: Kapağı kapatıp adını anımsamaya çalışıyorum. Ama kimi zaman öyle bir tıkanıyorum ki, sanki yeni bir dil öğrenirken en basit kelime aklımdan silinmiş gibi hissediyorum. Şaşkınlık, sinir ve hüzün, hepsi bir arada.


Bazı karakter adları adeta bir bulmaca, öyle değil mi? Mesela, Rus ya da Koreli adları zihnimde tutmakta zorlanıyorum; muhtemelen size de tanıdık gelen bir durumdur bu. Bu yüzden kimi zaman çağrışımlarla anımsamaya çalışıyorum, örneğin "Youngju" ismini "Yonca" olarak kodluyorum. Her zaman işe yaramıyor tabii. Yine de “kafedeki kız” ya da “okula giden oğlan” demek yerine adını kullanmak istiyorum. Böyle anlarda, gülümseten çağrışımlarla onları geri çağırmaya çalışıyorum. Bazen işe yarıyor, bazen yaramıyor.


ree

Bu konuda arkadaşlarımdan da yakınmalar duyuyorum. Hatta bazen iş öyle bir boyuta varıyor ki bir eseri tamamıyla unutuyoruz. Eminim siz de böyle bir durumla karşılaşmışsınızdır. Küçükken bu yüzden gözyaşı döktüğümü, kendimi yetersiz ve aptal hissettiğim anlar olduğunu anımsıyorum. İlkokuldayken okuduğum dünya klasikleri asla hatırımda kalmazdı. Kitap okumanın böyle bir şey olduğunu sanırdım: “Okuyorsun, bitiyor. Zihinde kalmasa bile onu yaşamış oluyorsun, o kadar.”


Bu konuda Bradbury’nin belleğe dair en çarpıcı uyarısı bence Fahrenheit 451’de saklı. Bu yüzden ne Bradbury, ne Fahrenheit 451, ne de ana karakter Guy Montag zihnimden siliniyor. Farklı dönemlerde defalarca okuduğum, üzerine kafa yorduğum, arkadaşlarımla tartıştığım ve popülerliği sayesinde sıkça karşıma çıkan bu eser, bende kalıcı bir yer edindi. Anımsamanın sırrı, galiba tekrarında yatıyor; tıpkı yeni bir dil öğrenirken kelimeleri yinelemek gibi.


Bu distopik dönemde, itfaiyeciler kitapları ve içerdikleri fikirleri yok etmeyi amaçlayan bir sistemle hareket ediyor. Yeni, tartışmaya açık, bireyi düşünmeye iten ve yaratıcılığı körükleyen eserler, bu sistemin işine gelmiyor; çünkü bu onlar için kontrolün kayboluşunun başlangıcıdır. Dolayısıyla, yazılı eserler birer tehdit gibi görülüyor ve imha ediliyor. Guy Montag da bu itfaiyecilerden biri.


Ancak malumunuz, insan hayatı ilginçtir; devran dönüyor ve Montag, olmaktan korktuğu yerde buluyor kendini; o büyüye bir şekilde, birileri yüzünden kapılır hale geliyor.


Ardından, Montag hiçbir şeyi yitirmek istemiyor: Yaktığı eserlerin acısını, kaybolan kelimelerin izlerini, kaybettiği insanların gülüşlerini… Ama bazen unutmanın ona iyi geleceğini de biliyor. Eski kimliğini geride bırakıp yeni bir hayatın sayfalarını açmak istiyor. Bu hüzünlü ve yaralayıcı ikilemde bir çıkış yolu arıyor, mücadele ediyor.



Unutmak, bazen yeniden yaratmaya olanak tanır. Güzel anıları yitirme düşüncesi başta hüzün verse de, yeni deneyimlere yer açarak hayatı daha zengin kılmaz mı? Bir romanın soluklaşan hikayesi, ona yeniden dönme merakını uyandırır; üzerinde düşünmemizi, altını çizdiğimiz satırları anımsamamızı, belki de başka eserlerle kıyaslamamızı sağlar. Bize bıraktığı izleri fark etmek için ne güzel bir fırsat! Bu durum, eserleri farklı zamanlarda, duygularda ve düşünce biçimleriyle yeniden keşfetmemize, zihnimizde yeniden inşa etmemize imkan sunar. Bu, bana kalırsa büyük bir mutluluk. Kıymeti bilinmesi gereken bir hediye. Çünkü bu, bir eserin bizimle birlikte evrilmesi demek.


Bradbury de çoğu eserinde bunu verebilmiştir bana kalırsa. Onu, unutmak ve hatırlamak arasındaki edebi bir köprü olarak görüyorum. Fahrenheit 451’in sonunu hatırlıyor musunuz? Eh, hatırlamıyorsanız onu hatırladığınız kadarıyla tekrardan yorumlayabilirsiniz. Yine de size yardımcı olayım.


Unutmak, zihnimizin gereksiz detayları eleyerek bize yeni bir alan açmasıdır. Ve biliyoruz ki bu deneyim, aynı zamanda hatırlamayı da beraberinde getirir. Bu yüzden unuttuklarımız için hayıflanmak yerine, onları yeniden canlandırmanın keyfine varmalıyız. Tıpkı Montag ve karşılaştığı insanlar gibi.


Kaderini değiştirmek için kaçış yoluna giren Montag, kendini bir grup insanın arasında bulur. Bunlar, tanıdığı kimseye benzemez; çünkü onların benzersiz bir amacı vardır. Geride bıraktığı, silmek istediği hayatına yepyeni bir anlam katacaklardır. Bir zamanlar alevlere teslim edilen eserler, bu insanların zihninde yankılanır. Yakıldığı sanılan düşünceler, kuruduğu düşünülen mürekkepler yeniden sözcüklere dönüşür. Hiçbiri o eserleri unutmamıştır ve sürekli olarak birbirine hatırlatmaktadır.


“Kitaplar unutmaktan korktuğumuz bir sürü şeyi depoladığımız kapların bir türüydü yalnızca.”

Comments


Let Me Know What You Think

Thanks for submitting!

© 2023 by Sarnav. Powered and secured by Wix

bottom of page